Kâinatın küçük bir örneği, nümûnesi olduğumuza göre; maddî -mânevî bütün unsurlar ve enerji boyutları bedenimize yerleştirilmiştir.
Dolayısıyla kâinatta cereyan eden olaylar, ruhumuz ve kalbimiz, duygularımız, his ve lâtifelerimiz sürekli bir irtibat ve alış veriş hâlindedir.
Kâinat büyük bir insan, insan küçük bir kâinat; Kur’ân, kâinatın yazılışı; kâinat Kur’ân’ın mücessem hâlidir. Ruh / kalp, kâinat, maddî varlık ve bedenle hep bir uyum süreci içinde olmalıdır. Ruhun istikametini bulacağı yol ise, “sırat-ı müstakîm”dir.
Bediüzzaman’ın, İşaratü’l İ’caz isimli eserinde Fatiha Sûresi’nde geçen “sırat-ı müstakîm” terimini tarif ederken ortaya koyduğu ölçüler, psikoloji ve ruh sağlığı açısından da temel kriterleri ihtiva etmektedir.
Savunma mekanizmaları içinde kuvve-i gadabiye (öfke/savunma gücü) istikametli, doğru kullanılması vasat mertebesi olarak ortaya konmaktadır. Fatiha Sûresi’nin tefsirinde yer alan bu hüküm, aslında insan hayatına ve ruhuna onu Yaratan tarafından getirilen ölçüleri ifâde eder.
Sırât-ı müstakîm;
Düşünce ve inançta, “imân esaslarını”,
Fiil ve uygulamada, “İslâm şartlarını”,
Duygu bazında “ulvî duygu”ları ihtivâ eder.
Düşünce ve duygulardan gelen stres, dıştan gelen tepkiler karşısında çeşitli savunma mekanizmaları geliştiririz.
Bunlar insiyakî, fıtrî, tabî, gayr-i şuûrî ve genellikle de olumsuzdur.
Bediüzzaman; insanın iç dünyasını ve dış âlemi ve aralarındaki alış verişi tahlil eder. Sonsuz kapasitede verilen gadap/savunma mekanizmasının “İfrat, tefritten” denen aşırılıklar ve “vasat” ismi verilen “orta” mertebelerini belirleyerek “sırat-ı müstakîm” üzre, yâni, “orta” ve olumlu savunma mekanizmaları geliştirmenin yollarını gösterir.
Bundandır ki, en büyük, en emin, en kestirme, en kısa, en mükemmel savunma mekanizmaları “imân, ibâdet, duâ ve ihlâs” gibi şartlar ve ulvî hasletlerdir. O yüzden her an zikir, tefekkür eder, ve her gün en az kırk kez bizi o yoldan ayırmaması için âlemlerin Rabbi’ne yalvarıyoruz.
Çünkü, ruhun istikameti özündedir, mâneviyata dönüştedir. Onun yolu da “sırât-ı müstakîm”dir.
Duâ, “Sırat-ı müstakîm” olan ebedülâbad yolunda dosdoğru bir yürüyüştür.