Adalet, her şeyi yerli yerine koymak; haklıya hakkını, haksıza cezasını vermektir. Kâinatta fıtrî bir adalet vardır. Kim haksızlık ederse insanî mahkemeler görmezse de unsurlar eliyle kader adalet eder ve cezasını görür.
Bir sinek ve kelebeği öldüren çocuk fıtrî adalete aykırı hareket eder. Az sonra düşer, başı yarılır ve kanı akar. Adâlet yerini bulur. Veya, bir aslan, bir ceylan yavrusunu parçalar, haksızlık eder. Çünkü onun yiyeceği leşler ve artıklardır. Bir avcı da onun yavrusunu vurur; adâlet eder... İlââhir...
Olmadıkları halde masumları “terörist, suçlu” ilân etmek zulümdür. Masum ve mazlumları delilsiz, mahkemesiz hapse atmak “Zalumen cehula/Doğrusu o çok zalimdir; çok cahildir.” (Ahzab Sûresi, 72) tarzındaki mübalâğa sığası tehdidiyle açıklanabilir.
Şu halde, “suçları mahkemece sabit olmadığı” müddetçe insanlara suçlu gözüyle bakmak kaç türlü bir cinayet ve zulümdür?
Hem yalan, Hem iftira, Hem su-i zan, Hem gıybet, Hem de zulümdür.
Ve, hepimiz, “İftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü’minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup da: ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?” (Nûr Sûresi, 12) mealindeki İlâhî buyruğu yerine getirmekle mükellef değil miyiz?
Ve ey “menfaat üzerine dönen canavar siyaset” eliyle din kardeşlerine bu haksızlık ve zulümleri reva görenler! “Men dakka dukka!”ya hazırlanınız!
Şu hakikati nasıl unuturuz: “Bâzı eşhâsın hatâsından gelen bu musîbet, bir derece memlekette umumî şekle girmesinin sebebi nedir?
“Elcevap: Umumî musîbet, ekseriyetin hatâsından ileri gelmesi cihetiyle, ekser nâsın o zâlim eşhâsın harekâtına fiilen veya iltizâmen veya iltihâken taraftar olmasıyla, mânen iştirak eder, musîbet-i âmmeye sebebiyet verir.” (Sözler, s. 158)
Bu cinayetleri işleyenler aynısıyla bu dünyada dahi karşılaşacaklardır. Yani, burada da yaptıklarının karşılığını görecekler! Veya ya “başka bir belâ ve musîbetle…”
Türkiye’yi çalkalayan son hadiselere bu gözle bakılabilir.