Bilindiği gibi bilgi, ilim, obje ve düşünceler; duyular vasıtasıyla alınır, zihnin/dimağın merhalelerinde yoğrularak senteze tâbi tutularak en son itikad/iman haline gelir.
Zihnimizin basamakları “tahayyül” (hayal etme), “tasavvur” (düşünce), “taakkul” (akıl terazisine vurma), “tasdik” (doğrulama), “iz’ân” (anlayış, kavrayış, derin idrak), “iltizam” (taraf ve teslim olma) teknelerinde tahlil edilir, senteze tabi tutulur, yoğrulur ve en son kademe “itikad”, imân, yüksek inanç, kesin kanaat” olur. (Bediüzzaman, Sözler, s. 647)
Zihnin bu merhalelerinden geçen ve en son basamakta itikat / iman, İslâmiyet elbette doğmatik değildir ve olamaz. Diğer taraftan Kur’ân bütün meselelerin akıl ve mantık ile tartılıp biçilmesini ve gözlemlenip araştırılmasını ister.
“Ve Kur’ân, aynı zamanda, lüzum görülen meselelerde, ihtiyaca göre izahatta bulunmuştur. Lüzumlu olmayan yerlerde veya zihinlerin istidadı olmayan meselelerde veyahut zamanın kabiliyeti olmayan noktalarda, bir fezleke ile icmal etmiştir. Yani, esasları vaz etmiş, fakat o esaslardan alınacak hükümleri veya esasata bina edilecek füruatı akıllara havale etmiştir. Böyle bir şeriatın ihtiva ettiği fenlerin üçte biri bile, şu zaman-ı terakkide, en medeni yerlerde, en zeki bir insanda bulunamaz.” (Bediüzzaman, İşaratü’l-İ’caz, s. 166-167)
Evet, Kur’ân, “Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalp gibi azaların hepsi sorguya çekilecektir.” mealindeki âyetiyle (İsra Sûresi, 17/36) insanın daima hakikat ve gerçek bilgi peşinde olmasını tavsiye eder, yanlış gözlem, duyum ve düşüncelerinden dolayı hesaba çekileceğini ve tam bilgi edinmediği takdirde sorumlu olacağını vurgular.
Kur’ân delil ve ispat eder ve karşıtlarını delil getirmeye, ispat etmeye dâvet eder.
Buna amir âyetlerden birisinin meali şöyledir: “De ki: İddianızda tutarlı iseniz delilinizi ortaya koyun!” (Bakara Sûresi, 2/111)
Kur’ân’ın “fes-elû ehle-żżikri in kuntum lâ ta’lemûn(e)/Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline, ilim ve irfan sahiplerine sorun ve öğrenin.” (Enbiya Sûresi, 7) âyetine göre sormak, tahkik etmek, araştırmak gerekir.
Böyle bir emre muhatap olup gereğini yerine getirenin imanı elbette doğmatik olamaz.
Çünkü, “Hem Kur’ân-ı Hakîm lisanıyla ‘Efela ya’kıluuun, efela yetedebberuuun, efela yetefekkeruun/Akıl etmiyor musunuz? İyice düşünmüyorlar mı? Hiç tefekkür etmezler mi?”- gibi kudsî havaleler ile aklı istişhad ediyor (şahit gösteriyor) ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike sevk ediyor. Onunla, ehl-i ilim ve ashab-ı akla, din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. (Bediüzzaman, Mektubat, s. 422)