Selim Ali, sözü olmayanların seslerini yüksek çıkardıklarını duyuyor musun? Aslında bağıranların sesi duyulmaz. Artistik pozlar, hazlar, avazlar sazlar ortalığı alır.
İsrafın saltanatı vardır orta yerde.
Yiğit namıyla anılırken… namsız, imzasız, atsız, cansız asılsızların yiğit/kahraman olduğu bir tünelden geçiyoruz. Işığı bulacağız diye bunca gidiş.
Hakikati her şartta dillendiren bir Yalansızlık Ülkesi aradığımız Selim Ali.
“Medeniyet-i Fazıl’a…
Sen ne arıyorsun? Başka şeyler konuşalım mı bunlar ağır konular diyorsan?
Bilgin Abi araya girdi. Burada ebedî değiliz, dedi. Hastalıklı, ayrılıklı, ölümlü bir yer burası. “Başka şeyler…” neyse onu söyle o zaman.
Bana dönerek: “Diploma aldığım zamanları hatırlıyorum. Dünyayı fethetmiş gibiydim. Tapusunu aldığım için sevindiğim evim barkım benim miydi?”
*
Annem derdi ki şu ölüm var mı yok mu?
Ölümlü dünyada, ölüm hep ötelenecekse; dünyaya “ebedî” diyelim o zaman. Öyle demekle, ölümü konuşmamakla “ebedî” olacaksa bu dünya; heey, hey!
Yıllar önce özel kurs veriyordum da… çocuğun annesi bir gün dersi kestiklerini söyledi; paramdan da oldum. Neymiş efendim, zaman zaman ölümden bahsetmişim!
Nedense dünyaya bağlı, bağımlı olmayı “marifet” belliyoruz da bu iyi bir “marifet” değil ne yazık ki!
O zaman bu faniliğe bağlanmanın bir uçurumdan yuvarlanırken gözlerimizi kapatmaktan farkı var mı Selim Ali?
Bu dünya fani de olsa “istediğim” gibi olmuyorsa çok şey… …ve her şeye rağmen yaşamayı seviyorum; ya sen?
Mevsimler bana gönderiliyor.
Şu kuşların kanat çırpışındaki o letâfet var ya… Kanatlarının pır pır sesleri var ya… Hele kumruların bu sabahki dem tutuşu… Beyaz kırçıllı horozun durup durup ötüşü…
Papatyanın üstündeki yazıları okumadan geçemem Selim Ali. Sen geçip gidiyor musun yoksa?
Fakat şu da var: Öyle yaman bir zamana düştük ki… Gözümüzün önünde olan biten, geçip giden nelerden habersiz geçip gidiyoruz.
Mevsimler bayramından habersiz yaşıyoruz, diyeyim de sen ötesini berisini toparla.
Tiyatro bir çağın içine düşmüşüz. Trajikomik mi komedi mi?
Tiyatrosu seyredilmez, sinemasına gidilmez, romanları okunmaz, haberleri seyredilmez, sofrasına oturulmaz bir çağın içinde, kederleri teker teker ayıklayacaksın diyordu, Bilgin Abi.