"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ayasofya Camii’ne dair bir hatıra

Ali Rıza AYDIN
16 Temmuz 2020, Perşembe
Yıl, 1986 ya da 1987.

Yer: Tarihî Anafartalar Adliyesi’nin tam karşısında bulunan ve Yeni Asya Yayınları Ankara Dağıtım Merkezi tabelâsı taşıyan mağazamız.

Yeni Asya Yayınları’nın Ankara ve İç Anadolu Dağıtımı görevini üstlendiğimiz yılların yaz sabahlarından bir sabah…

Yine, her zaman olduğu gibi mağazamızın kapısını erkenden açıp, çalışan arkadaşlarımızın gelmesini beklemeden ortalığı gözden geçirdim; yapacaklarımı yaptım ve meşhur Mısırlı kârî Abdulmunim et-Tuhî’nin Kur’ân kasetini teybe koydum.  

Yerime oturup müşteri beklerken, sırtında çantası, elinde sözlüğüyle veya gezi rehberiyle bir erkek turist geldi.

Mağazanın giriş kapısının hemen yanı başında bulunan stanttan bir kartpostalı eline alarak incelemeye başladı.

Ben de yerimden kalktım, yanına yaklaştım.

Turist, üzerinde Arif Nihat Asya’nın “Ulu mabed, niye hicrana büründün böyle, / Fatih’in devrini bir nebzecik olsun, söyle!..” mısralarının yer aldığı Ayasofya manzaralı bir kartpostala bakıyordu.

Diyalog kurma düşüncesiyle, güya, açıklama yaptım; “Ayasofya Camii” dedim.

Bu sözle, nasırına basılmış gibi oldum, turistin. Başını kardırarak, çat pat Türkçesiyle ve tepkili bir tavırla, bana hitaben:

“Moze, moze!” dedi.

Ben, tekrar:

“Ayasofya Camii” dedim.

Bu defa, büsbütün öfkelenen turist, ayağını yere vura vura:

“Moze, moze” lâkırdısını tekrar ederek, benim ülkemde, benim toprağıma ayağını vuruyor, tepiniyordu âdeta!

Ben de o an, benden başka biri oldum.

Elinden aldığım kartpostalı stanttaki yerine koyarken, “Orası, Fatih Sultan Mehmed Han’ın yadigârı camidir” dedim ve ecnebiyi yolladım.

Turistin nereli ve hangi milletten, hangi dinden olduğunu; hangi ülkeden geldiğini bilmiyordum, ama şahit olduğum, hayret ettiğim, bir parça da takdir ettiğim şey; yüzlerce, belki binlerce kilometre öteden gelip dinini, inancını; millî hissiyatını buralarda savunuyor olmasıydı!

O yönüyle, o gün, ona gıpta ettim.

Gelelim, bugüne:

Her ne kadar ibadete kapalı, kapıları paralı olsa bile; Ayasofya’nın Fatih’in bize yadigârı hatta emaneti olan bir mâbed olma vasfı ve sıfatı gönlümüzden hiç silinmedi, yıllardır.

Sevdamızdı, âdeta.

Ne yazık ki biz, onu, o ecnebi turistin savunduğu kadar savunamadık.

Bereket versin ki, işin hesabı kitabı, siyasî icbarı bir tarafa; 10 Temmuz 2020 tarihinde hukukî bir mesnet marifetiyle, aslî hüviyetine kavuşturan kararın alınması ve 24 Temmuz Cuma günü kılınacak Cuma namazıyla hüznümüz ve hasretimiz sona erecek, inşallah.

Saygıdeğer dostlarım!

Şimdi de biz, ayağımızı yere vura vura, “Ey ecnebiler! Burası Cami, Cami!” demeli mi acaba?

Ne dersiniz?

Okunma Sayısı: 3438
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı