Akreplerden çoğumuz korkarız.
Nasıl oluyor da kendimizle kıyasladığımızda bu kadar küçük olarak yaratılan bu canlıya mağlûp oluyoruz? Bu hakikatten almamız gereken hisse nedir? Üstad Hazretleri bu sorulara insan fıtratını nazara vererek Nur’un İlk Kapısı olan eserinde cevaplandırıyor:
“YEDİNCİ MUKADDEME: İnsan, bir nazik, nazenin çocuğa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet, aczinde büyük bir kudret vardır. Eğer zaafını anlayıp duâ etse, aczini bilip istimdat etse, metalibine öyle muvaffak olur ve makasıdı ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle, öşr-i mi’şarına muvaffak olamaz.”
İnsanın kudreti zaafındadır. Bu şuurla orantılı olarak kuvvetleşir. Bebek ve çocukların durumu bu hakikati özetler. Gözsüz akreplere, ayaksız yılanlara mağlûp olan insan, aynı zamanda böceğin balını yemesi, kurtların ipeğini giymesini düşünmeli, Rabbimizin ikramı olduğunu tefekkür etmelidir.
İnsanın fıtratında eleştiriler genelde hoş karşılanmamaktadır. Üstad Hazretleri Ondördüncü Şuâda bu eleştirilere velev ki “iftira!” nevinden dahi olsa nasıl bakmamız gerektiğini bizzat yaşadığı hadiseden izah etmektedir:
“Birinci hikâye: İki sene evvel benim hakkımda bir müdür sebepsiz, gıyabımda tezyifkârâne, hakaretli sözler söylemişti. Sonra bana söylediler. Bir saat kadar Eski Said damarıyla müteessir oldum. Sonra, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle şöyle bir hakikat kalbe geldi, sıkıntıyı izale edip o adamı da bana helâl ettirdi.
O hakikat şudur:
Nefsime dedim: Eğer onun tahkiri ve beyan ettiği kusurlar şahsıma ve nefsime ait ise, Allah ondan razı olsun ki, benim nefsimin ayıplarını söyler. Eğer doğru söylemişse, beni nefsimin terbiyesine sevk eder ve gururdan beni kurtarmaya yardımdır.
Eğer yalan söylemişse, beni riyadan ve riyanın esası olan şöhret-i kâzibeden kurtarmaya yardımdır. Evet, ben nefsimle musalâha etmemişim. Çünkü terbiye etmemişim. Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse, ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir.” (Şuâlar, s. 488-489)
Hayat yolculuğumuzda zaman zaman olumsuz cümlelerle karşılaşırız. Bu cümleler ya doğrudur ya yalandır.
Üstad Hazretleri her iki durumun mahiyetini açıklayarak bizlere doğru yolu göstermektedir. Doğruysa çok memnun olmamız gerekir. Zira eksik yönümüzü görmemize vesile olarak doğruyu yapmak için bir fırsat sunmuş oluyor. Nasıl ki koynumuzda ya da boynumuzda akrep olsa ve biri uyarsa memnun oluruz. Aynen öyle de dünyamızı değil ahiretimizi tehdit eden akrep misillü bir kusurumuz olsa daha çok memnun olmamız gerekir. Eğer iddialar yalansa da bizleri riyadan, yalancı bir şöhretten kurtarmaya yardımcı olarak düşünmek hem nefsimize, hem hizmetimize ve hem de ahiretimize hadsiz faydaları olacaktır.
Son olarak Üstad Hazretleri’nin inayet altında olduğunu ebced hesabıyla ispatını nazara vermeye çalışalım:
“(...) İşte o tarihte ben Barla’da menfî olarak insan suretindeki akreplerin tacizleri altında azap çekerken harap ve hususî, küçük mescidimde otururken seccademin altında yeri bulunan ve emsalini görmediğim büyük bir akrep çıktı. Bir zât onu öldürdü. Daha ondan sonra on senedir dağlarda akrepli yerlerde kaldığım halde hiçbir akrebi görmedim. Bu fıkranın tam mânâsına mazhar oldum.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 158-159)
Çeşitli pasajlarda iyi niyetle gelmeyen insanların Üstada akrep ve yılan suretinde göründüğünü okuyoruz. Aynı durum Barla içinde geçerlidir. Bu haldeyken hiç de umulmadık bir yer olan seccadesinin altında kocaman bir akrep çıkması, akabinde on senelik bir zaman diliminde dağlarda kalmasına rağmen akrep görmemesi ve nihayet 1351 tarihi veren ebced hesabının bütün çabalarını boşa çıkardığını göstermesi ibret alınması gereken hadiselerdir. Üstadımızın ve Hizmetin, Rabbimizin inayeti altında olduğuna akreplerde şahitlik etmişlerdir.