Üstad Hazretleri’nin talebeleri tarafından kendisine yazılan mektuplardaki ziyede hüsnü zanlarını kırarak fazileti Risale-i Nur’a ve Nur Talebelerinin şahs-ı manevilerine vermesi:
“Hem has kardeşlerinin, onun hakkındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o has kardeşlerinin hatırlarını kırması ve yazdığı cevabî mektuplarında onların kendi hakkında medihlerini ve ziyade hüsn-ü zanlarını kırması ve kendini faziletten mahrum gösterip, bütün fazileti Kur’ân’ın tefsiri olan Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisine verip, kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat’î ispat ediyor ki, şahsını beğendirmeye çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde” 1
“Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi, benim bedelime Nur şakirtlerinin has ve hâlis ve İslâmiyetin hakikî fedakârlıklarının şahsiyet-i mâneviyesi, o kudsî vazifeyi şimdiye kadar gayr-ı resmî perde altında yaptıkları gibi, inşaallah resmî bir surette dahi yapabilecekler. Onlara havale ederiz...”2
Üstad Hazretlerinin talebelerinin kendisine yazıkları mektuptaki meth-u senaya karşı şahs-ı manevî namına kabul ettiğini söylüyor: “O ikisinin mektupları, suret-i zahiriyede benim şahsıma atf-ı ehemmiyet etmeleri gerçi muvafık değil, mübalâğadır; fakat o yanlış suretin altındaki hakikat, Risale-i Nur şakirtlerinin samimî tesanütlerinden süzülen bir şahs-ı maneviye, Risale-i Nur’un Kur’ân’dan gelen hakikatine karşı tam mutabık ve hak olarak sarf edilecek. O mektuplardaki tabirat, benim gibi, bir cüz’î bir ferde karşı sarf edilmiş. Benim haddimden bin derece fazla olmakla beraber, o şahs-ı manevî namına ve Risale-i Nur’un hakikatı hesabına ..... kabul ettim.” 3
Şahs-ı Manevinin önemi: “Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek gerektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan da istifade edilmez.” 4
“Bu asırda, Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’un hakikatine ve şakirtlerinin şahs-ı manevisine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış; yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihâne neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalâlet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüz binler ehl-i imanın imanlarını kurtardığını kırk binler adam şehadet eder.” 5
Kastamonu Lâhikası’nda Ahmed Nazif’in yazdığı bir mektubunda Gül ve Nur fabrikası heyetinin Aşere-i Mübeşşerenin şahsiyet-i maneviyesini küçük bir mikyasta temsil etmektedir diyor: “Senelerden beri müştakı bulunduğum Nur ve Gül fabrikaları müberekler heyetinin ve o mukaddes fabrikanın makina ve çarklarının nurlu sadâlarını kulaklarımla işitmek ve şu âciz ve kasır ve cahil vaziyetimle o yüksek ve Aşere-i Mübeşşere-i Kur’âniyeden olan, Ashâb-ı Güzîn Rıdvânullahi Aleyhim Ecmaîn efendilerimizin bugün şahsiyet-i maneviyelerini küçük bir mikyasta temsil eden sıddıklar, mücahidler, fedakâr kahramanlar.” 6
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 429. 2- A.g.e. 244. 3- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 92. 4- A.g.e. 106. 5- A.g.e. 146. 6- A.g.e. 48.