Meclis Başkanı’nın, ‘’Cumhurbaşkanı kararnamesiyle Montrö’den çekilebiliriz’’ çıkışı, yasama ve denetim işlevi ıskartaya çıkarılan Meclis’in kabul ettiği kanun ve antlaşmaları fesih yetkisinin de “tek şahıs” güdümüne sokulmasının bir denemesi oldu.
Öncelikle Şentop’un “konuşmamın metni açıktır, canlı olarak duruyor” dediği gibi; açık açık “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de diğer uluslar arası anlaşmalardan da çekilebilir’’ ifadeleri ortada. (Habertürk, 25.3.21)
Bundandır ki yoğun tepkilerden günler sonra “herhangi bir sözleşmenin ismini telâffuz etmeksizin Anayasa’nın 90. maddesinde ve ilgili mevzuatımızda uluslar arası antlaşmalarla ilgili iç hukuktaki düzenlemelerden bahsettim” tavzihi söz konusu cümlelerdeki vahametin üstünü örtemiyor.
“Ortalama bir zekâ seviyesini hesap ederek konuştuğu”nu söyleyip siyasetçi, bürokrat, gazetecileri geri zekâlılıkla tahkirli çarkı, tevile yetmiyor. (gazeteler, 29.3.21)
MECLİS’İN “TEŞRİ SELÂHİYETİ”NE RAĞMEN…
Bu vaziyet, Şentop’un “Cumhurbaşkanı teknik olarak yapabilir” dediği ve “isnat” olarak eleştirdiği “Türkiye’nin Mont- rö’den çekilmesi” sözlerinin açıklığını ele veriyor.
Neticede, bir anayasa profesörü olarak “Montrö’den çekilmek mümkündür” diyor; halbuki hukukçuların tesbitiyle mümkün değil; hiçbir anayasal-yasal mesnedi olmadığından geri adım atıyor.
Daha önce de Anayasanın 153. maddesindeki “Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” kaydına rağmen Cumhurbaşkanı’nın “tanımıyorum” tepkisine arka çıkması Şentop’un “tek adam”ı Meclis’e tercihinin tezâhürü olmuştu.
Ve Cumhurbaşkanı’nın Meclis’te kanun olarak çıkan bir sözleşmeyi “tek imza ile feshi”ne destek veren Şentop’un Anayasa Mahkemesi’nin iki kez “hak ihlâli kararı”nı tanımaması, bir teâmül haline gelen Anayasanın 83. maddesindeki “TBMM üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine (dönem sonuna) bırakılır” kaydını berhava ile milletvekillerinin vekilliklerinin düşürülmesi kumpasını deşifre ediyor.
“OTORİTER TEK ŞAHIS YÖNETİMİ”NE ALIŞTIRMA
Kısacası, en son milletvekillerinin “teşri mâsuniyeti”yle “Meclis içinde ve dışında açıkladıkları düşünce ve ifadelerinde yasama dokunulmazlığına sahip oldukları”nı bile bile Anayasa Mahkemesi’nin kararı beklenmeden sırf beş yıl önce bir haber sitesinde çıkan ve hâlen duran bir haberi paylaştığı için başörtüsü yasağına karşı demokratik mücadele vermiş insan hakları savunucusu Gergerlioğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi; yüksek mahkemeden adâletin tecellisini bekleyerek sığındığı Meclis’ten apar topar attırılması için yüz polisin Meclis’e operasyon düzenlemesine izin veren Meclis Başkanı’nın Saray’ın “talepleri”yle Meclis’in hukukunu korumadığının tescili oldu.
Belli ki Meclis’te muhalefetin bütün önerilerini reddeden “cumhur ittifakı”nın oylarının gittikçe düşmesi karşısında “millet ittifakı”nı yıpratmak amacıyla vekilleri peşinen “terörist” olarak yaftalayıp bütün muhalefeti “teröre destek” iftirasıyla “karalama kampanyası”nda Meclis Başkanı’nın “Montrö çıkışı”yla “Cumhurbaşkanı’nın milletlerarası andlaşmaları feshi” yetkisi tartışması da bu “siyasî plân”la ortaya atıldı. Tutmayınca da ifadelerini inkârla çark edildi.
Görünen o ki kamuoyu “otoriter tek şahıs yönetimi”ne alıştırılmak isteniyor.
“Sun’î gündem”lerle toplumu kutuplaştıran tahriklerle ekonomiden salgınla mücadeleye her alanda siyasî iktidarın iflâs ettiği ülkenin gerçek gündemi saptırılıyor, boş tartışmalarla kamuoyu oyalanıyor.
Neticede, “on dokuz yıllık hazırlık”tan sonra “ucûbe tek şahıs otoriter rejimi”ni kalıcı kılma tezgâhı her haliyle sırıtıyor; ancak çarpıtmalar millet nezdinde sakil karşılanıp itibar görmüyor.
“İktidar cephesi”nin paniği, telâşı, tepkisi ve tehevvürü bundan…