Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü’nün, Beyaz Saray’da yaptığı görüşmelerde, 30-31 Ekim’de İtalya’nın başkenti Roma’daki G-20 zirvesindeki Biden-Erdoğan görüşmesinde, Türkiye’nin F-35 programından çıkartılmasından yakınarak “yakın vadede çözülmeyecekse, alternatiflere bakılacağı, mevcut F-16 filomuzun genişletilmesi, ticaretin artırılması, İdlib’de yeni bir göç dalgasını önlenmesi” için “mesele daha yeni şekilleniyor” açıklaması, ABD ile ilişkilere dair tartışmaları yeniden tetikledi.
Bilindiği gibi BM Genel Kurulunun açılışında “iktidara ilişik medya”nın günler öncesinden “görüşeceği” propagandasıyla beklentileri yükseltmesine karşı, Biden’in Erdoğan’la görüşmeyip New York’tan ayrılması öngörüsüz dış politika fiyaskosunun son bir yansıması olmuştu.
En son Biden’in Amerikan Temsilciler Meclisi’ne gönderdiği skandal “mektup”ta maşa terör örgütlerini değil “Türkiye’nin Suriye’deki askeri taarruz eylemlerini özellikle ‘tehdid” sayma çarpıtması, Cumhurbaşkanı’nın ikrarıyla “neticesiz” Amerika ziyaretini gündeme getiriyor.
ŞANTAJLI SAVRULMALARLA
Gerçek şu ki fiyasko, seçilişini tebrikten altı buçuk ay sonra “Ermeni soykırımı’nı tanıyacağını” bildirmek için Ankara’ya telefonla dönen Biden yönetiminde ABD ile ilişkilerin daha da çıkmaza girdiği, Erdoğan’ın “Daha önce hiçbir ABD lideri ile bu durumu yaşamadık, ABD, terör örgütlerine beklenenin çok üstünde destek veriyor” garip yakınmalı hayal kırıklığında resmen ifşa edildi.
Zira Biden’le görüşme hesâbına “yandaş medya”nın propagandaları, Milli Savunma Bakanı’nın “pahalı da olsa F-35’leri alacağız” çıkışlı ABD övgülerinden de bir sonuç alınmadığı resmi ağızların ikrarıyla açıkça ortada.
Çelişkiye bakınız ki, ABD’nin Türkiye’nin yanıbaşında Fırat’ın doğusunda uydu bir devlet kurdurmaya çalıştığı elli binden fazla TIR dolusu her türlü silâh-mühimmat ve lojistik destek verdiği, 70 bin militanını eğittiği PYD/YPG’yi himâye hesâbına Mehmetçik Conilerle ortak devriye geziyor.
Ne var ki buna rağmen, Fırat’ın batısında IŞİD’den El Nusra’ya sayıları âileleriyle 40 bini bulan, başta ABD ve İngiltere olmak üzere küresel ecnebilerin Suriye’nin bölünüp parçalanması projelerinde istimal ettikleri aralarında da çatışan El Kaide’den kopma muhtelif taşeron radikal örgütlerini kollamakla “küçük Afganistan” haline getirilen, nüfusu sekiz yüz binden en az üç milyona çıkan İdlib bölgesinde on bin asker bulundurmakla Ankara’dakiler Amerikalılarla işbirliği yapıyor.
Yine bu çarpıklıkla Türkiye, Suriye’de “çatışmasızlık ve barış” sürecini sağlayan, “ülkenin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğini esas alan “Astana-Soçi mutâbakatı”na ortak imza attığı Rusya ve İran’la karşı karşıya getirilirken, Türk askeri bölgede Suriye ordusuyla çatışmaya sürükleniyor.
Özetle, ABD ile ilişkiler, aylardır “iktidara iliştirilmiş medya”nın pompalamasının aksine, “Amerika’nın hasımlarıyla yaptırımlarla mücadelesi (CAATSA)” kapsamında ağır ekonomik yaptırımlarının, Türkiye’ye otuz- kırk milyar dolar ceza kesilebilecek Halk Bank ve Zarrap davalarının dayatıldığı, tweeterden “ekonominizi mahvederim!” diye tehditlerin savrulduğu, “akllı ol!” diye ayar vermeye kalkıştığı “Cumhurbaşkanı ile ailesinin Amerika ve yurt dışındaki mal varlığının araştırılması” şantajında bulunulduğu “dostu Trump” döneminden daha sarpa sarıp çıkmaza girmiş.
O denli ki Cumhurbaşkanı’nın “Türkiye’yi mi, terör örgütlerini tercih ediyor, kararını versin!” tepkisine ABD, “terör örgütlerini tercih ettiğini” yüksünmeden bütün dünyaya ilân ediyor…
YİNE ALDATILMAYA TEŞNE…
Sonuçta, Washington, Ankara’nın hiçbir talebini karşılamamış; iki buçuk milyar dolar ödenen S-400 füzeleri hagarlara konulmuş, bir buçuk milyar ödenen F-35 savaş uçakları verilmeyip Türkiye üretim programından çıkarılarak on iki milyar dolar zararla karşı karşıya bırakılmış.
Bu bakımdan sözcünün, “Cumhurbaşkanımızın kararlı duruşu sayesinde son on yılda bu alanda muazzam mesafeler aldık, âdeta bir kuantum sıçraması yaşadık” övgüsünün hiçbir anlamı kalmıyor.
Bundandır ki Dışişleri’nin ve diplomasinin dışlandığı, bir tek “özel tercüman”ın dışında hiçbir yetkilinin katılmadığı, kapalı kapılar arkasında nelerin konuşulduğunun, hangi tâvizlerin verildiğinin bilinmediği garabetli “başbaşa görüşmeler” girdabında “tek şahıs yönetimi”nin zikzaklı, tenâkuzlu ve tutarsız “dış politikası” öncelikle Türkiye’ye kaybettiriyor, kriz üzerine krize sebebiyet veriyor.
Ve bu durum, Bediüzzaman’ın târifiyle, “hevâ ve hevesin tehyîci (tahriki) ile her tarafa çevrilmeye müstaid (teşne), rüzgârın her tarafa çevirebileceği bir ince tel”, “sû-i istimâlâta (istismara) gâyet müsâit bir zemin olan rey-i vâhid-i istibdâdın (tek kişilik otoriter rejimin)”, ecnebilerin komplolarına âlet edilip kullanılan, aldatılarak oyunlarına getirilen “dış politika”yı açıkça deşifre ediyor. (Münâzarât, 38-40, 24)