Deli fıkralarını bilirsiniz. “Delinin biri.. veya Tımarhanede bir gün..” diye başlar. Gerçekten delilerin hayatlarında olmuş sahneler midir, yoksa akıllılar tarafından bu zavallı masum insanlara isnat mı edilmiştir; bilemem. Ancak, hepsi de Nasreddin Hoca’nın (rh) fıkraları gibi hikmetli olmasa da, akıllıların çıkaracakları dersler vardır.
Onlardan bir kaçını nakledeyim:
Delinin biri, diş fırçasına bir ip takmış, peşinden sürükleyip duruyormuş. Ona, sanki bir köpekmiş gibi muamele ediyor; bir yandan da “Fino gel, Fino otur, Fino koş!” diye emirler yağdırıyormuş. Tedavisi için yapılanların sonuçlarını zaman zaman kontrol eden hastane yetkilileri, son seansta sormuşlar: “Oğlum, nasıl senin Fino?” Hasta, elinde tuttuğu ipi bırakmadan cevap vermiş: “Ne finosu doktor bey! Bu bildiğiniz diş fırçası…” Bütün şaşırtmaca suallere rağmen, ipin ucundakinin bir köpek değil diş fırçası olduğunu ısrarla savununca, heyet, adamın akıllandığına hükmedip hastaneden taburcu edilmesine karar vermişler. “Tamam, iyileşmişsin, artık gidebilirsin.” dediklerinde, deli kapıya doğru yönelip, diş fırçasını arkasından sürüklerken: “Atlattık, gidelim Fino!” demiş.
Hisseye gelince: Fatihlere, Yavuzlara bile gerektiğinde kazan kaldırmaktan çekinmeyen, tarihî refleksleri iliklerine kadar yerleşmiş olan ordumuzda, zaman zaman depreşen darbe heveslilerinin, birkaç mahkemede hesaba çekilmesi ile akıllandığı sanılabilir mi?
Tımarhanede bir gün, nöbetçi hekim koğuşları gezerken, bir koğuşta bulunan bütün delilerin yara bere içinde olduklarını görür. Ne olup bittiğini sorduğunda cevap alamaz. Çareyi, koğuş halkını gizlice gözlemekte bulur. Hekimin dışarı çıkmasını müteakip, deliler bahçeye koşarlar. Her biri bir ağacın dalına tutunup aşağıda kalan bir arkadaşlarına sorarlar: “Olduk mu?” Yerdeki ciddî bakışlarla ağaçların dallarından sallanan delileri tetkikten sonra seslenir: “Oldunuz!” Deliler kendilerini yere patır patır bırakırlar. Tabiî, birçoğunun eli yüzü yaralanır. Durumu gözleyen doktor ortaya çıkıp sorar: “Ne yapıyorsunuz? Neden kendinizi böyle ağaçtan aşağıya atıyorsunuz?” “Armutçuluk oynuyoruz, doktor bey! Olgunlaşınca ağaçtan kopuyoruz.” cevabını verirler.
Akıllıyız ya, gelin bundan da bir hisse çıkaralım: İlk meşrutiyetten bu yana hesaplarsanız, kaç sene geçmiş, hâlâ demokrasi oyunu oynayıp duruyoruz. Ama bir türlü yara bere almaktan kendimizi kurtaramıyoruz. Her seferinde olgunlaştık diye bir yerlerden atlasak da fert olarak bir türlü tam demokrat olabilmiş değiliz… Fertleri demokrat olmayan milletler de, devletler de hâliyle demokrat olamaz…
Delinin biri, eline geçirdiği telefon rehberini koltuğunun altına alıp, arkadaşlarına: “Yeni bir roman yazdım. Okumak ister misin?” diye teklifte bulunuyormuş. Sonunda biri okumayı kabul etmiş. Yazar, merakla okuyanın kanaatini beklemiş. Bir hafta, bir ay.. derken, okuyan şahıs koltuğunun altında telefon rehberi ile çıka gelmiş. Deli heyecanla sormuş: “Romanımı nasıl buldun?”. Arkadaşı cevap vermiş: “Güzel olmuş, ama romanında eşhas çok, vak’a yok.”
Hisseli harikalar kumpanyası gibi, biz bundan da bir hisse çıkaracağız: Yıllardır baskı altında zorla kabul ettirilen anayasamızın eksiği gediği tartışılıyor. Neredeyse her vatandaşın görüşü alındı; ortaya Avrupa standartlarında bir Anayasa taslağı çıktı (mı?). Ama resmiyette hâlâ bir milimetre yol alamadık. Laf ü güzaf çok, teklif çok, taslak çok; fakat eylem yok…
Tımarhanede bir deli, elindeki çivinin baş tarafını duvara dayamış, sivri ucuna çekiçle vurarak çakmaya çalışıyormuş. Bir başka delinin dikkatini çekmiş. “Ne yapıyorsun?” diye sormuş. “Şu çiviyi duvara çakıyorum.” “Oğlum, deli misin, o çivi karşı duvarın, bak ucu o tarafa; hiç bu duvara çakılır mı?”
Bizim siyasetçilerimiz çiviyi ters çakma gayreti içindeler. Önce bütün kanunların dayanağı ve anası olan metindeki anti demokratik maddelerin izini tozunu kazıyacaksınız; tam demokratik bir Anayasa yapacaksınız. Sonra ona istinaden herkesin iç rahatlığı ile kabullenip benimseyeceği kanunları düzenleyeceksiniz… Çivinin ucu o tarafı gösteriyor!
Bu son fıkra. Akıllının biri tımarhanenin yanından geçerken, bahçeden fırlayan bir deli kendisine doğru koşmaya başlamış. Adam can havliyle kaçar, deli kovalar; arkalarından da hastane görevlileri… Bir koşuşturmadır gider. Adamcağız, daldığı sokağın çıkmaz olduğunu duvara toslayınca fark eder. Döner dönmez deliyi ensesinde bulur. Bayılacak halde iken, deli, adamın göğsüne parmağı ile dokunarak: “El sende!” der ve hızla geriye doğru kaçmaya başlar.
Hani biz de bu vatanın akıllı vatandaşlarını sandıklara sıkıştırıp seçerek, “El sizde!” dedik. Oyunun kuralı bu… El kimde ise oyunu o sürdürecek!