"Lâ şerike lehû"dur. Bundaki hüccete gayet kısa bir işaret şudur ki:
Ayetü’l-Kübra Şuâsı’nın madeni, üstadı, esası ve Ayetü’l-Kübra namında olan ["De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı." (İsra Suresi: 42)] ilâ âhir ayet-i ekberidir. Yani, eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsa idiler, intizam-ı kâinat bozulacaktı. Halbuki küçücük sineğin kanadından ve göz bebeğindeki hüceyrecikten tut, tâ tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, tâ Manzume-i Şemsiyeye kadar her şeyde cüz’î, küllî, küçük ve büyük en mükemmel bir intizam bulunması, şeksiz ve kat’î bir surette şeriklerin muhaliyetine ve ma’dumiyetine delâlet ettiği gibi, Vâcibü’l-Vücud’un mevcudiyetine ve vahdetine bilbedahe şehadet eder.
DÖRDÜNCÜ KELİME:
"Lehü'l-mülkü"dür. Bundaki uzun hüccete gayet kısa bir işaret:
Evet, gözümüzle görüyoruz ki, zemin yüzünü bir tarla yapıp, içinde her bir baharda yüz bin nevi nebatatın tohumlarını beraber, karışık olarak o pek geniş tarlada ekiyor ve mahsulâtlarını ayrı ayrı, hiç karıştırmayarak, şaşırmayarak kemal-i intizamla kaldırıp, iki yüz bin nevi hayvanatına ondan erzak ve tayinatı rahmet ve hikmet eliyle ihtiyaçlarına göre tevzi eden hadsiz kudret ve ilim sahibi bir Mutasarrıf perde arkasında var ki, bu geniş ve zengin mülkünde, hususan zemin tarlasında bu tasarrufatı yapıyor. Bu Mutasarrıf-ı Hakîm’i ve Malik-i Rahîm’i tanımayan, bu zemini, ahmak Sofestaîler gibi, mahsulâtıyla inkâr etmeye mecbur olur.
BEŞİNCİ KELİME:
"Ve lehü'l-hamdü"dür. Bundaki pek geniş hüccete gayet kısa bir işarettir.
Evet, gözümüzle görüyoruz ve aklımızla bedahetle biliyoruz ki, bu kâinat şehrinde ve zemin mahallesinde ve insan ve hayvanat kışlasında öyle bir Rezzak-ı Rahîm ve Muhsin-i Kerîm tasarruf ve nezaret ve terbiye eder ki, kendi nimetlerine mukabil hamd ve şükrettirmek için, zemini bir sefine-i tüccariye ve erzak getiren bir şimendifer ve yüzündeki bahar mevsimini bir vagon tarzında yüz bin nevi taamlarla ve memeler denilen konserve paketleriyle doldurup, kış âhirinde erzakları biten muhtaç zîhayatlara yetiştiren bir Rezzak-ı Rahîm’in işleri olduğunu, zerre kadar aklı bulunan tasdik eder. Ve tasdik etmeyip inkâra sapan, elbette zemin yüzünde vesile-i hamd ve şükran olan bütün muntazam nimetleri ve muayyen rızıkları inkâr etmeye mecbur olarak ahmak bir muzır hayvan olur.
Şualar, On Beşinci Şua, 1. Makam, 1. Kısım, s. 632-34
LÛGATÇE:
Ayetü’l-Kübra Şuâsı: Allah'ın varlık ve birliğini bütün kâinattan getirilen delillerle izah ve ispat eden, Risale-i Nur'dan 7. Şua risalesi.
hüccet: delil.
madumiyet: yokluk.
Manzume-i Şemsiye: Güneş Sistemi.
rububiyet: Rablık, ilâhlık.
Sofestaî: Allah’ı kabul etmemek için kâinatı ve kendi varlığını da inkâr eden.
şek: şüphe, zan, tereddüt.
tayyare-i cevviye: gökyüzünün uçağı.
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zarurî ve zâtî olan; varlığı başkasının varlığına bağlı değil, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah (cc).
vahdet: birlik ve teklik.