Tarih boyunca hak ve hakikat güneşi doğduğunda, karanlık tarafta yer alanlar bundan daima rahatsız olmuşlardır.
Güneşin ışığına gözlerini kapatan yarasalar misali, iman hakikatlerinin nuru karşısında da bazı kesimlerin tahammülsüzlüğü kaçınılmazdır. Risale-i Nur’un manevî feyzinden rahatsızlık duyanların kimler olduğunu yaşanmış tecrübeler bize açıkça göstermektedir.
Birincisi; karanlıktan beslenenlerdir. Bunlar devlet ideolojisinin arkasına saklanmış, klişeleşmiş sloganlardan öte, fikir adına ortaya koyabildikleri bir şeyleri yoktur. Fikren çok perişan ve nura karşı gözlerini yummuş olmak bariz özellikleridir. Karanlık, onların varlık alanıdır. Işığın en küçük bir parıltısı bile gizli hesaplarını, menfaat düzenlerini ve batıl inançlarını açığa çıkarır. Nasıl ki yarasa gündüzün aydınlığında yaşayamaz, hakikat güneşi doğduğunda da bu karanlık dostları huzursuz olur. Onların en büyük korkusu, insanların gözünün açılması ve iman hakikatlerini görmesidir. Çünkü nur, cehaletin ve ifsadın maskesini düşürür, batılın süslü görünen ama temelsiz binalarını yıkar. Bu sebeple Risale-i Nur’un nur saçan dersleri, karanlıktan geçinen bu zümreler için dayanılması zor bir azap gibidir.
İkincisi; zındıka komiteleridir. İmansızlık ve sefahat yolunu kendilerine dava edinmiş bu zümreler, Risale-i Nur’un delilleri karşısında fikir temelini kaybetmiştir. Onun için ellerinden gelen tek şey, hakaret, aşağılama ve iftiradır.
Üçüncüsü; dönmeler ve kökü dışarda dalları ülkemiz üzerine çökmüş “biz de Müslümanız” diyerek cümleye başlayan münafıklardır. Zira Risale-i Nur, onların gerçek yüzlerini ortaya koyar, maskelerini düşürür.
Dördüncüsü; ırkçılığa ve taassuba saplanan kesimlerdir. Risale-i Nur’un milletler üstü terütaze, cihanşümul hakikatleri, onların dar fikirlerini temelinden çürütür atar.
Beşincisi; ya hiç okumamış yahut okusa da anlamamış olan cahillerdir. Bunlar bilmedikleri mi de bilmez. Risale-i Nur’dan korkar, hakikati kavrayamadıkları için ona düşmanlık ederler.
Altıncı olarak; siyasal İslâmcılar da Risale-i Nur’dan rahatsızlık duymaktadır. Çünkü Risale-i Nur, iman hizmetini siyasete alet etmeyi reddeder. Hakikatlerin hiçbir şahsî, ideolojik veya politik çıkar için kullanılmasına müsaade etmez. Halbuki siyasal İslâmcı zihniyet, dini kendi iktidarının basamağı yapmak ister. Nur’un siyasete mesafe koyan bu net tavrı, onların planlarını bozar, dini istismarlarını boşa çıkarır. Bu sebeple zaman zaman dindar görünen çevrelerden de Risale-i Nur’a karşı menfî tavırlar görülebilmiştir. Bütün bu farklı kesimlerin bir tek ortak paydası vardır: Risale-i Nur’a ve onun müellifi Bediüzzaman Said Nursî’ye düşmanlık. Çünkü Risale-i Nur, bir asırdan fazla zamandır bu topraklarda din ve iman aleyhine kurulan ifsat planlarını kökünden bozmuştur.
Bugün Risale-i Nur’a yönelen saldırılar aslında onun hakikat oluşunun en açık delilidir. Zira tesirsiz bir esere kimse dönüp bakmaz. Oysa Risale-i Nur sadece Anadolu’da değil, dünyanın dört bir yanında okunmakta; akademik araştırmalara konu olmaktadır.
Şu noktayı da hatırdan çıkarmamak gerekir: Aklı, imanı ve irfanı olan bir insan Risale-i Nur’a saldırmaz. Eğer bir saldırı görüyorsak, biliniz ki o, zındıka hesabına yapılmaktadır.
Netice itibariyle, Risale-i Nur’a yönelen hücumlar aslında onun ne kadar tesirli olduğunun bir göstergesidir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Evet, bu hizmet-i Kur’âniye, hiçbir şeye âlet olamaz; çünkü neticesi ve meyvesi, ahirette görülecektir. Onun için, ehl-i dalâlet bütün desiseleriyle, bütün şiddetleriyle hücum ediyorlar.” (Lem’alar, s. 260.)