Türkiye’yi idare edenler görmemeye, duymamaya ve bilmemeye devam ediyorlar; ama gençleri küstüren ve beyin göçüne yol açan en büyük sebep, ‘mülâkat sistemi’dir. İdareciler ve siyasetçiler bu noktada yüzde yüz yanlış yaparken; gençler ve mülâkat mağdurları yüzde yüz haklıdırlar.
Uzun konuşma ve tartışmalara dahi ihtiyaç olmasa gerek ki, işe alımlarda ‘yazılı imtihan’ın etkisi ve ağırlığı çok daha yüksek olmalı. Şu anda ise tam tersi yapılıyor ve KPSS’de, yazılı imtihanda yüz üzerinden yüz puan alan bir genç, sonrasında yapılan ‘mülâkat’ta eleniyor ve işe giremiyor. Bu uygulamanın 28 Şubat’taki haksız uygulamalardan ne farkı kalır? Hatırlanacağı üzere 28 Şubat sürecinde de meselâ bir imam hatip lisesi mezunu üniversite imtihanında bütün sorulara doğru cevap verse bile uygulanan ‘katsayı’ politikası sebebiyle istediği bölüme giremiyordu. O uygulama yüzde yüz yanlıştı ve binlerce defa itiraz edildi. Peki, şu anda da yüz puan alan bir öğrencinin istediği işe girmesi mülâkatla önlenebildiğine göre ne fark kaldı?
İdareciler hiç kusura bakmasın ve hiç bahane aramasın: Bu uygulama yüzde yüz yanlıştır ve bu hatadan bir an önce ve mümkünse bugün vazgeçilmelidir.
Bu mesele her gün konuşulması icap ederken ara sıra gündeme gelebiliyor.
Aksaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Yılmaz konuyu gündeme taşımış ve şöyle yazmış: “Gençlere yazık ediyorsunuz. Ümitlerini, heyecanlarını bitiriyorsunuz! Ya mülâkatı kaldırınız, ya da gölge düşürmeden yapınız. KPSS’den yüksek puan alan öğrencilerin emeği heder ediliyor. Kul hakkını hatırlatırım. Hem ahiretinizi riske atıyorsunuz, hem de ikame ettiğiniz insanların.” (@SY_SlymnYlmz, 29 Aralık 2021)
Prof. Dr. Süleyman Yılmaz, bu tesbitlerini belgelerle de desteklemiş. Meselâ, KPSS’de 87 puan alan birisi mülâkatta 55 puan verilerek elenmiş. Aynı şekilde yine KPSS’de 91 puan alan bir başkası mülâkatta 51 puanla elenmiş. Yani misaller çok...
Peki, ‘bugün yarın batacak’ diye propaganda yapılan başka ülkelerde, meselâ Amerika’da bu işler nasıl oluyor. Ona da sosyolog, akademisyen Sinan Tankut Gülhan şöylece dikkat çekmiş: “ABD’de nasıl akademisyen kadrosu alınırdan bahsedeyim. Birincisi, ilân 2 hafta değil, en az 3 ay, bazen 1 yıl öncesinden açılır. Başvurular toplanır. 3 ay sonra aday listesinde olanlar öğretim üyeleriyle tanışmaya çağrılır, bir konuşma verirler. Kısa listeye kalanlar doktora öğrencileriyle tanışır. Gerekirse bir daha çağrılırlar. Bölüm öğretim üyeleri kendi adaylarını oylar; birinci gelen adayı üniversite yönetimine önerirler. Üniversite her zaman ilk sıradakini almaz. Tabiî, doçentlik ve profesörlük kadroları bu şekilde işlemez. Bölüm -bazen fakülte- şu şu şartları sağladığı için associate professor ve tenure almaya uygundur diye bir komisyon raporu hazırlar. Tenure alamazsa, çok yüksek ihtimalle başka yere gider akademisyen. (...) Şunu da eklemek gerek, doktoraya kabul için bildiğim hiçbir bölüm GRE/TOEFL vs’ye bakmaz. Kriter sadece referanstır. Bu nedenle lisans ve yüksek lisansta çalıştığınız hocayı, yeri, iyi seçmenizde fayda var.” (@SinanTankutGlhn, 29 Aralık 2021)
Fiilen eş dost kayırmaya dönen mülâkat sistemi mutlaka sona ermeli ve işler ehil olanlara verilmeli. İşlerin ehil ellere verilmediği bir sistemin başarılı olması mümkün mü?