Türkiye’de yaşayan milyonlar ekonomideki sıkıntıları en büyük problem olarak görse de, en az onun kadar ve belki daha da çetin başka problemlerimiz de vardır.
Bunlardan biri de cemiyette meydana gelen ya da getirilen kutuplaşmadır. Kutuplaşma bazı siyasetçilerin işine yarıyor olsa da esasta bu hal herkese zarar veriyor. Sadece farklı partilere mensup olanlar değil, aynı köyde yaşayanlar ve hatta akrabalar arasında su yüzüne çıkan bir kutuplaşma yaşanıyor.
İkinci Yüzyıl Enstitüsü Vakfı (İYEV) Başkanı Müslim Sarı, bu konuda şöyle bir tesbit yapmış: “Türkiye’nin en büyük problemi kutuplaşma. Ve bu kutuplaşma ortamında sorunlarımızı rasyonel bir şekilde tartışamıyoruz. İnsanlar hep bir kutbun tarafı olarak meselelere bakıyor. Biz ise bilimsel noktadan bakmak ve tartışmak istiyoruz. Yeter ki konuşabilelim. Tek bir partinin, tek bir siyasal düşüncenin yaklaşımı yerine, herkesin farklı farklı yaklaşımlarla bir araya gelebildiği bir masa kuralım.”
Sevindirici olan kutuplaşmanın tesirinde kalanların dahi bu durumdan kurtulmak istemesi. İYEV Başkanı Sarı, bu durumu şöyle yorumlamış: “Bugün yaşadığımız ekonomik sorunların tamamı ekonomik mi? Değil. Aslında bir modelin sorunu. Hukuk sistemi, (...) dünyadan kopmanın sorunu. Bunları yurttaşlar, hayat pahalılığı, ekonomik sorun, adaletsizlik olarak yaşıyor, ama hepsinin temelinde barış içinde yaşayan bir toplum oluşturamamak yatıyor. Açık ya da örtülü bir biçimde aslında herkesin toplumsal barışa ihtiyaç duyduğuna ve talep ettiğine inanıyorum.”
Türkiye’yi idare edenlerin, kutuplaşmayı önleyici adımlar atması zaruret halini almıştır. Bugün itibarıyla idarecilerin farklı düşündüğünü söylemek mümkün. Maalesef, kutuplaşmadan ve gerginlikten istifade etmek isteyenler var. Siyasî partiler arasındaki sert tartışmalar vatandaşa kutuplaşma olarak yansıyor ve bu durum toplumdaki birliği berhava ediyor.
Elbette kutuplaşmadan birinci derecede siyasetçiler sorumludur, ama bu gidişe “Durun!” demeyen STK’lar, sosyal bilimciler ve ilahiyatçıların da sorumluluğu görmezden gelinemez. Allah muhafaza etsin, eğer bu kutuplaşma hali böyle devam ederse önümüzdeki yıllarda daha ağır bedeller ödemek durumunda kalırız. Bu bakımdan kutuplaşmayı sona erdirecek şekilde kararlı adımların atılması şarttır.
Acaba TV’lerde ve meselâ hutbelerde bu hususlara temas eden konuşmalar, vaazlar ve hutbeler verilmesi icap etmez mi? Sivil Toplum Kuruluşları bu konuyu ciddiyetle ele almalı ve ulaşabildiği her yere kutuplaşmanın zararlarını anlatmalı. Bu çalışmalar bugün başlatılsa belki birkaç yılda belli bir mesafe alınır ve kutuplaşma ihtimali azalır.
Kutuplaşmayı kırmanın belki de ilk adımı “Birinin hatasıyla başkasını sorumlu tutma” yanlışından dönmekle atılabilir. Çünkü bir kişiye küsen, bundan yola çıkarak onunla dost olanlara da küsüyor ve kutuplaşma bir anda binlerce kişiyi etkilemiş oluyor. “Yüz kapılı bir saray” gibi olan insan, bir hatasından dolayı toptan ‘kötü’ ilân edilemiyorsa; bir şehir, bir bölge, bir siyasî mensubiyet nasıl toplam olarak ‘kötü’ ilân edilip kutuplaşma ateşine ‘benzin’ dökülebilir ki?
Yaşanan ve var olan kutuplaşmayı sona erdirmek Türkiye’nin ilk gündem maddelerinden biri olmalı. Bunun nasıl yapılacağını konuşmak için bir değil bin toplantı yapılsa yeridir ve yapılmalıdır vesselâm.