Gündemin hava şartlarından daha hızlı değiştiği ülkemizde yeni bir tartışma başladı. Siyasetçilerin siyaset dışı işlere de el atması milletin meselelerine çare bulmayı da geciktiriyor.
Son tartışma ‘dinin güncellenmesi gerektiği’ gibi bir ifadeyle başladı. En baştan ifade edelim ki böyle hassas konuların mitinglerde, meydanlarda, salonlarda; ölçülmeden ve biçilmeden konuşulması bir fayda vermez. Kuyuya atılan böyle bir taşın kaç yılda çıkarılabileceği de ayrı bir tartışma konusudur.
Âlimlerle amirler arasındaki irtibat çok hassas bir ölçeğe dayanır. Amirlerin, idarecilerin ‘alim’lerden istifade etmesi gerekir. Ancak günümüzde bu ekseriyetle tersine dönmüş ve amirler, idareciler, siyasetçiler; din adamlarına, ‘alim’lere yön vermeye çalışılyor. Ya da ‘alim’ler sahip oldukları mevkinin farkına varmadan gönüllü olarak ‘amir’lerin, emirleri, siyasetçilerin peyki olmakta bir beis, bir yanlışlık görmüyor.
İdarecilerin yanlış beyanları karşısında susan, gerçekleri hatırlatmayan her kim olursa olun hata eder. Hele hele ‘alim’lerin böyle bir tavır içinde olmaları kabul edilemez. “Güncelleme” tartışmaları başlamasıyla birlikte bir kısım insanlar yanlışa sahip çıkmakta yarıştılar. Hatta bir ilahiyat fakültesi adına yapılan yazılı açıklamada, siyasetçilerin yanlışına sahip çıkıldı. Ömrü olan, önümüzdeki yıllarda bu açıklamalara imza atanların mahcup olacağını görebilirler. Burada yapılması gereken şey, kim olursa olsun doğruyu hatırlatmak olmalıdır. Eğer ortada ‘yanlış anlama’lara sebep olan bir durum olduğu düşünülüyorsa bunun da çaresi siyasetçilere “Lütfen böyle tartışmalara girmeyiniz” demek olmalı. Bunun yerine her ne kaygıyla olursa olsun yanlışa sahip çıkma anlamına gelecek açıklamalar doğru değildir.
Din ile siyaset ilişkisi Türkiye’nin henüz halledemediği bir sahadır. Dinî meselelerin ‘devlet tekeli’nde olması anlamına gelecek her adım yanlıştır. İdarecilerin her fırsatta, “Bu meseleyi Diyanet İşleri Başkanlığı halletsin. Yetki onlardadır. Başkaları bu konuda konuşmasın” benzeri beyanlar Türkiye ve dünya gerçeklerine uymaz. Mümkün olsa ve Diyanet siyasî etkilerden tam uzak olabilse belki böyle bir beyanın anlamı olabilirdi. Siyasetçilerin arzularına göre şekillenme tehlikesi olan bir ‘din anlayışı’ Türkiye’nin dertlerine çare olmaktan uzaktır. Risale-i Nur’da yer alan şu beyan mihenk taşı olmalı: “Hakikat-i İslâmiye bütün siyâsâtın fevkindedir. Bütün siyasetler ona hizmetkâr olabilir. Hiçbir siyasetin haddi değil ki, İslâmiyet’i kendine âlet etsin.” (Hutbe-i Şamiye, s. 62)
Bütün siyasetçilere ve ‘amir’lere tavsiyemiz, dinî meselelerden ellerini çekmeleridir. Din umumun malıdır ve başka şeylere alet edilmemelidir. Nasıl ki yeri ve zamanı geldiğinde “Tarih, tarihçilere bırakılsın” diyorlar aynı şekilde dinî meseleler de alimlere bırakılsın. Varsa tartışmalı konular bunun için sempozyumlar, paneller, masa çalışmaları yapılsın. Ortaya çıkan netice de ilân edilsin. Bunu yapmak yerine ağır sorumluluk getirecebilecek beyanlarda bulunmak, sonra da bunları tevile çalışmak doğru olmaz.
‘Sanal alem’deki tartışmalara bakıldığında bu meselenin ‘katı taraftar’larda dahi ciddi kırılmalara yol açtığı anlaşılıyor. Dini meselelerin münazara tarzında bahsi, konuşulması ‘caiz’ olmadığı gibi siyaset meydanlarında, kongrelerde konuşulması da caiz olmasa gerek.
Kader adalet eder ve edecek.