Sağlık sisteminde ciddi sıkıntılar yaşandığı artık manşetlere de konu oluyor.
Sistem bir bütün olarak iyi çalışmadığında ilerlemek mümkün olmaz. Nasıl ki sadece yeni binalar yapmakla eğitimdeki sıkıntıları sona erdiremeyiz, sağlıkta da tek başına büyük hastaneler yapmakla dertler bitmez. Sağlık da, eğitim de, ekonomi de nihayetinde bir bütünün parçalarıdır ve tamamı iyi olmadıkça ‘parça’ da iyi olmaz. Kalbi tekleyen bir vücudun kolu sağlam olsa bir işe yarar mı?
Sağlık sisteminin temel taşları kabul edilen ‘cerrahi’nin alarm verdiği iddia ediliyor. Konu ile ilgili bir haberde şöyle denilmiş: Şiddet, hekimlere karşı açılan ceza ve tazminat davaları, yoğun nöbetler, buna rağmen ücretlerin tatmin edici olmaması gibi birçok neden hekimleri cerrahiden soğutuyor. Hekimler hasta ve yakınıyla daha az temas edecekleri alana yöneliyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, “Yarın kendimizi emanet edecek cerrahlar bulamayabiliriz. Kaçışın önlenmesi için özlük haklarına ilişkin iyileştirmeler gerekiyor” derken, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, “Hekimler hastalara dokunmaktan korkar hale geliyor. Sağlık, Maliye, Adalet bakanlıkları ve YÖK’le soruna bütüncül yaklaşmakta fayda var” diyor. (...) 1990’ların sonuna kadar TUS’un (Tıpta Uzmanlık Eğitimi Giriş Sınavı) en başarılıları cerrahi branşları seçiyordu. Ancak durum değişti. Hekimler artık hasta ve yakınıyla dolaylı veya az temas edecekleri diğer uzmanlıkları cazip buluyor. Birçok hekim, kadın hastalıkları ve doğum, beyin ve sinir, kalp ve damar hastalıkları cerrahi branşlarının yerine cildiye, radyoloji, göz hastalıkları, radyasyon onkolojisi, fiziksel tıp ve rehabilitasyon, nükleer tıp gibi uzmanlıkları tercih ediyor. (Hürriyet, 17 Şubat 2019)
LÖSEV’in Kurucu Başkanı Dr. Üstün Ezer de, sosyal medya hesabında haberi değerlendirirken, “Sadece Cerrahi doktoru eksik değil. Ülkemizde hematolog - onkolog ta yok. Hiç bir doktor çocuğunu tıp fakültesine yollamıyor. Üniversite sınavında doktorluk tercihi ilk on meslek arasında değil. Özel tıp fakültelerinin çoğu ancak sağlık memuru yetiştirebilecek düzeydedir. Çok yanlış” diye yazmış. (@ustunezer)
Tartışmaya katılan bir başkası da “Sağlık sistemi yürümüyor. Bunu ancak ciddi hastalık sahibi olan bilir. Sağlık ocağında grip ilacı yazdıran değil. 4 aydır zaten kanser olan abime teşhisi zorlukla koydular. Adeta sürünüyoruz. Yakında daha kötü olacak. Bu is özel okulla olacak iş değil. Dibe vuruyoruz, yaşayan biliyor” diye dert yanmış. (@muzeyyentna)
Şikâyetlerin son zamanlarda artmış olması her halde tesadüf değildir. Devlet hastanesinde çalışan bir hekim dostumuz da yeni mezunlardan şikâyet babında, “Artık göreve yeni başlayanlara güvenip iş veremiyoruz. Hastayı dinlemiyorlar. Muayene etmeden, sadece tahlil ve filmlere bakarak teşhis koymaya çalışıyorlar. Oysa hastayı muayene ve şikâyetlerin dinlemeden isabetli teşhis koymak çok zordur” demişti.
Çizilen bu tablonun gerçek durumu yansıtmadığı iddia edilse bile hal ve gidişin iyi olmadığı ortaya çıkıyor. Bütün bunlara rağmen önümüzdeki yıllarda tıp fakültelerinin kontenjanının azaltılacağı bilgisi de ilave olunca ne düşünülür?
Dönemin Sağlık Bakanı Demircan şöyle demişti: “2024 yılından sonra biz fakültelerdeki öğrenci kontenjanını düşürmek durumunda kalacağız. Gelen mezun sayısı ve fakültelerdeki öğrenci sayısı birkaç sene sonra pratisyen açığımızı kapatacak. Uzman sayımızda 2030’lara kalmadan inşallah karşılanmış olacak.” (DHA, 4 Şubat 2018)
Sağlık alanında yaşanan gerçeklerle idarecilerin sözleri birbirini doğruluyor mu? Neyse, sağlık olsun inşallah.