Bediüzzaman Medresetü’z-Zehra vasıtasıyla medrese, mektep ve tekke mensupları arasındaki fikir ve ayrılıkları ve meşrep farklılıklarının kalkacağı, bütün İslâm âleminde, hassaten Yakın Şark’ta uhuvvet ve vahdetin te’sis edileceği kanaatindedir.
Bediüzzaman’a göre bir memleketin huzur içinde kalkınması için gençlere hem fen ilimleri ve hem de din ilimleri birlikte verilmelidir. Bunu şöyle ifade eder:
“Vicdanın ziyası, ulum-u diniyedir, (dini ilimlerdir) aklın nuru, fünûn-u medeniyedir (fen ilimleri). İkisinin imtizaciyle (birleşmesiyle hakikat tecelli eder. O, iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder (kanatlanır). İftirak ettikleri (ayrıldıkları) vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder (doğar).”1
Fen, teknik ve felsefe ilimlerinin okutulduğu üniversitelerimizde, gençlerin manevi yönlerini şimdiye kadar ihmal ettik. Onlar da genelde ya anarşist oldu, ya da sadece şahsî menfaatini her şeyin üstünde tutan, kısa yoldan köşeyi dönme hesapları yapan aydınlar haline geldi.
Doğu’da ve Güneydoğu Bölgesinde böyle bir üniversitenin kurulması hem bölge insanını bilgilendirecek ve manevî kalkınmasını ve hem de bölge halkının maddî yönden kalkınmasını temin edecektir. Bir üniversite kapasitesine göre üç-beş fabrika demektir.
Kurulması planlanan ve tahsisat yaptırılan bugünkü manada üniversite sadece Türkiye için düşünülmemiştir. Aynı zamanda bu modelle Orta Şark’ın kalkınması da Bediüzzaman tarafından şöyle projelendirilmiştir:
“Vilâyet-i Şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas ve Hem Türkistan’ın ortasında Medresetü’z-Zehra mânâsında, Camiü’l-Ezher üslubunda bir darü’l-fünun, hem mektep, hem medrese olacak bir üniversite için tam 55 senedir, (şimdi 106 sene olmuştur) Risale-i Nur’un hakikatına çalıştığım gibi, ona da çalışmışım.”2
Dipnotlar:
1-Nursi, a.g.e. s.80.
2-Nursî, Said; Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat,
İstanbul-1994, s.439.