İnsan, ister istemez hayatının her safhasında çeşit çeşit hallere girebiliyor ve de çeşit çeşit hallerden de çıkabiliyor…
Küçük bir kâinat… Küçültülmüş bir kâinat… Ve kâinattaki her şeyin her özelliğini taşıyan bir vücutla yaratılmış küçük kâinat ismine muhatap olabilmiş olan insan…
Maddî bir yönü, tarafı olan insan… Manevî yönü, tarafı olan insan… Her iki yönü de tam, mükemmel olan insan… Bir yönü tarafı eksik, noksan olan insan…
Yaratılırken özenle kendisine takılan maddî manevî her türlü organını, uzvunu, yönünü, tarafını kullanabilen veya kullanamayan insan…
Yaptığı her işi; yaratıcının, yapısının, sahibinin emir ve istekleri doğrultusunda kullanabilen insan veya kullanamayan insan…
İmanın nuruyla ve hakikatleri ile yükseklerin yükseğine çıkabilen insan veya alçakların alçağına düşebilen, inebilen insan…
Yaratıcı insanı; yarattığı en güzel, en faydalı ve en iyi neticeleri sahiplensin, onlara kavuşsun, onlarla yükselsin hakikatli ve hakikattar bir insan olsun diye yaratmıştır… Eğer insan da insan olmak istiyorsa bu gayeye yanaşmalı, çalışmalı ve kavuşmalıdır…
İnsan ancak kendi nefsine, şeytanına ve hevesatına uyarak; kendisini aşağılara düşürecek olan emirlere ve isteklere isyan ederek, uymayarak kendisine kötülük yapar, kendisini yaratıcısının karşısında mağdur ve mahzun bırakır… Çünkü kulluk ve emirlere itaat etmemek hem hevesler adına lezzetlidir, hem de nefis adına kolay ve basittir…
Yol iki görünüyor ya Allah'a iman ile O’na kulluk, ya da Allah'a isyan ile O’nun yapacağı ve vereceği cezalara, azaplara muhatap olmak… Nefsin ve şeytanın aldatmacalarına kulak asmayarak, uymayarak iman yolunu seçmek ve bu yolda ubudiyet ile yükselmek ise hem kolaydır, hem hoştur, hem de güzeldir… Aklı başında olan adam daima iyiliği, güzelliği, faydayı Allah'tan istemeli ve bu yolda onun emir ve yasaklarına uyabilmelidir… Zaten âlemin, kâinatın küçük bir misali ile aziz bir misafiri olabilmek için de kulluktan ibadet ve taatten başka bir seçenek yoktur…