1995 senesiydi.
Üniversite eğitimi için İzmit’e gitmiştim. Karanlık ve puslu bir havaydı. Çamlık Vakfı’nda bizi karşılayan İsmet Hoca, ‘Bu şehirde kışın güneşi unutursun’ demişti. Tedirgin olmuştum. Ancak günler geçtikçe, İzmit’in Nur kahramanlarıyla tanıştıkça tedirginliğimin yerini ümit ve heyecan almaya başlamıştı.
Ahirete irtihal eden Mahir, Cemal, Saffet, İlhami, Ahmet, Salih Ağabeylerle birlikte halen görevlerinin başında, hizmette müdavim Rıdvan, Necdet, Sıtkı, Nurettin, Kasım, Mahmut, Raif, İrfan, İhsan, Ali, Ayhan, Muammer, Ahmet, Mustafa ve isimlerini burada saymadığım pekçok Nur kahramanı ağabeyle tanışmak hayatımın en büyük bahtiyarlığıydı. Risale-i Nur mesleğini bize lisan-ı halleriyle gösterdikleri için İzmit Nur kahramanlarına müteşekkirim.
Salih Çökren Ağabey İzmit’te tanıdığım o kahramanlardan biriydi. İzmit’te kaldığım 5 yıl boyunca özellikle talebe hizmetlerinde birlikte yaşadığımız çok hatıramız oldu. Mahallî ve umumî derslerde, okuma programlarında, mahal ziyaretlerinde, vs. çoğu kez aynı ortamları paylaştık. Kendisi ismiyle müsemma bir insandı. Onu tanıyan herkes eminim ki onun dâvâsında müstakim biri olduğuna şahitlik edecektir. Meslek ve meşrep hususunda çok hassastı. Talebelerle yakından ilgilenirdi. Gençlerin dilinden çok iyi konuşur, güleryüzü ve neşeyi yüzünden eksik etmezdi. Risale-i Nur’la çok meşgul olmasından ötürü imanî ve içtimaî mevzulara karşı müdakkik ve farklı bir bakış açısı vardı. Özellikle müzakereli derslere katılımını dört gözle beklerdik. Cennet bahsinde uzmandı. Hususan o bahisten okumasını talep ederdik.
Bazı insanlar vardır. Çok fazla görüşemeseniz de var olduklarını bilmek bile insana huzur verir. Hatırladığınızda gülümsersiniz, mutlu olursunuz. Salih Ağabey öyle bir insandı. Gülmeyi ve güldürmeyi severdi. Tebessüm ettirirken aynı zamanda düşündürürdü. Ben ve benim gibi pek çok kişinin hayatına dokunmuş muhterem bir dâvâ adamıydı. Ölümün ebedî âlemin başlangıcı olduğunu bilsek de, bu dünyadan ayrılığı bizi hüzünlendirdi. Kimimiz dünyada, kimimiz ahirette bir ve beraber olduğumuzu bilsek de, firakın elemi ruhumuzda bir yara açtı.
Bediüzzaman, Hafız Ali Ağabey’in vefatı sebebiyle yazdığı bir mektupta şöyle der: “Ben hem kendimi, hem sizi, Risale-i Nur’u tâziye ve merhum Hâfız Ali’yi ve Denizli Mezaristanı’nı tebrik ediyorum. Meyve Risalesi’nin hakikatini ilmelyakîn ile bilen bu kahraman kardeşimiz, aynelyakîn ve hakkalyakîn makamına çıkmak için, kabre cesedini bırakıp melekler gibi yıldızlarda âlem-i ervahta seyahate gitti ve tam vazifesini yapıp terhisle istirahate çekildi.”
Salih Ağabey de aynen Hafız Ali Ağabey misali Tekkeköy Mezaristanı’ndaki kabrine bıraktığı cesedinden kurtuldu. O da Cennet bahsinin hakikatini aynelyakin ve hakkalyakin yaşamak için âlem-i ervahta seyahate gitti.
Benim İzmit tarihimde Mahir Ağabey’le başlayan terhisat Salih Ağabey’le devam ediyor. Terhis olan değişiyor, ama ölüm hakikati hiç değişmiyor. Allah, bütün ehl-i imana, Nur kahramanlarına ve Salih Ağabey’e rahmet eylesin. Geride kalanlara sabırlar ihsan eylesin. Ne mutlu son nefesini salih olarak verebilenlere.