Geçmişte tek adam, tek parti hak ve hukukları hiçe sayan ucube bir sistemle ülkeyi yöneterek bir çok keyfi mağduriyetlere sebep olan partinin bir nevi nedamet edip pişman olmasını taktir ve tebrik etmek mi lâzım? Yoksa “Haydi oradan” deyip karşı çıkmak mı lâzım?
Geçmişte laiklik adına dine değerlere mesafeli durmayı prensip edinen partinin geç de olsa ‘inançlara saygılıyız’ gibi beyanlarından dolayı memnun mu olmalı yoksa; “inanmayın bunlara” gibi ifadelerle karşı mı çıkmalı?
Yine geçmişte Kemalizmden başka hiçbir idelojiye hayat hakkı tanımayan partinin gecikmeli de olsa, farklı düşünce ve fikirlere saygılı olduklarını deklare etmesine karşı mı çıkılmalı?
Yine geçmişte ülkenin birlik beraberliği, huzur ve güveni için demokrasinin en önemli şartlarından olan adaleti, insan hak ve hukuklarını rafa kaldırarak, tek partinin, tek adamın keyfi kanunsuz dayatmalarıyla nice haksızlıklara ve mağduriyetlere sebep olan partinin şimdi dönüp eskiden yaptıklarının yanlış olduğunu, nedametlerini ima ederek, insan hak ve hürriyetlerine dayalı bir sistemi getirmeye çalıştığını ifade etmesi taktir mi yoksa takbih ve tel’in etmek mi gerekir?
Bütün mesele hak ve hakikatı kim söylerse söylesin söyleyenin kimliğine, inancına, ideolojisine bakmadan hakperestliğin bir gereği olarak kabul mü edeceğiz? Yanlışı, doğru olmayanı söyleyeni, savunanı can-ü gönülden sevdiğimiz dostumuz, kardeşimiz de olsa hakkın hatırı için karşı çıkıp red mi edeceğiz?
Ömür hayatımızda destek vermediğimiz, taraftar olmadığımız bir siyasî görüşün ülke menfaatine olan savunduğu makul, kabul edilebilir bazı düşünce ve uygulamalarına evet demek mi doğru? Yoksa siyasî görüşün kimliğinden, ideolojisinden dolayı önümüze koyduğu doğruları peşinen reddetmek mi isabetli? Veya taraftar olduğumuz bir siyasî anlayışın açıkça yanlış olan, kabul edilmesi mümkün olmayan söz ve beyanlarını, iş ve icraatlarını ‘tarafgirlik’ aşkı uğruna kabul etmenin mantıklı ve vicdanî bir tarafı olur mu?