Besmeleyi gerçek manada maksadına uygun anlayan, böyle okuyan, “bütün varlıkların hal diliyle, sürekli olarak Bismillah dediğini” idrak ediyor. Mesela toprağa atılan her tohum Bismillah diyerek başlarında koca ağaçları taşıyor ve ellerini rahmet hazinelerinden meyvelerle doldurarak bizlere takdim ediyorlar. Yine mesela, her bir inek, deve, koyun, keçi gibi hayvanlar Bismillah diyerek rahmet feyzinden süt çeşmesi oluyorlar, biz insanlara en güzel gıdayı, Allah namına, ikram ediyorlar.
Besmele, bir taraftan da “Allah’ın ismiyle” kaydı ile bizi, gördüğümüz her şeyi “Yaratanı adına okumaya”, bu konuda farkındalık geliştirmeye davet ediyor. Varlıklarda gördüğümüz mesela, “rahmet” tecellilerinin asla o varlığın kendisine verilemeyeceğini, varlıkların zatında böyle bir özellik bulunmadığını, dolayısıyla bu özelliklerin, kendisi kainat cinsinden olmayan Mutlak Varlık’tan birer ikram olduğunu düşünmemize ve anlamamıza vesile oluyor.
Bu çerçevede mesela yeni açan güle bakan, yahut sevimli bir bebeği kucağına alan ya da ağzına tatlı bir meyveyi koyan kimse “Bismillah” dediğinde bunlara “Yaratıcısı” adına bakmış oluyor, bunlarda tezahür eden Allah’ın isimlerini yani özelliklerini hatırına getiriyor, getirmesi gerekiyor. Daha doğrusu burada dil ve kalp birlikte çalışıyor. Kalp bu hakikatleri düşünerek manen besmele okurken, dil bunu lafza dökerek yansıtmış oluyor.
Besmelenin içerdiği hakikatleri dikkate alarak yaşayan ve her vesile ile Bismillah diyen bir kimse imanını zinde tutmuş oluyor. Meşru olmak şartıyla ne olursa olsun yapmaya çalıştığı işte hayra ve berekete ulaşıyor. Zira Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi “Bismillah her hayrın başıdır” sözü süreklilik içinde hayat buluyor.
İşaret edilen hakikatler çerçevesinde besmele çeken bir kimse, artık besmele çeken değil, besmeleyi okuyan, onu yaşayan ve hisseden bir konuma gelmiş oluyor. Elbette bu konudaki çabasıyla, duasıyla, gayretiyle orantılı ve bağlantılı olarak.