Bir şeyin değerinin o şeyin sahip olduğu özelliklerle ilgili olduğunu herkes biliyor. Sultanahmet Camii sahip olduğu muhteşem mimarî özellikleri dolayısıyla şaheser niteliği taşıyor. Altın, diğer metaller gibi paslanmadığı ve geri dönüşümü en çok yapılan madde olduğu için değerli kabul ediliyor. Ünlü ressamlara ait tablolar sahip olduğu fevkalâde sanat özellikleri dolayısıyla astronomik rakamlarda satılıyor, alınıyor.
Bu yaklaşım insanın değerinin ne olduğu ya da ne olması gerektiği konusunda da fikir veriyor. Eğer insanın bütün özellikleri fizikî yönüyle alâkalı olarak açıklanıyorsa birçok hayvan insandan daha değerli hale geliyor. Meselâ uçabildiği için kuşlar, denizin derinliklerinde yüzebildiği için balıklar, yük taşımada ya da hızlı koşmada nice hayvanlar insanlara bariz üstünlük sağlıyor.
Ama insan sahip olduğu rûhî özellikleriyle açıklanmaya başlanırsa o zaman insan canlılar içinde zirveye oturuyor. Düşünebilmesi, şefkat gösterebilmesi, güzelliği fark edebilmesi, sevebilmesi gibi özellikleri sebebiyle. Nitekim bu üstünlükleri vesilesiyle elde ettiği daha doğrusu kendisine bahşedildiği teknolojik nimetler sayesinde hem göklerde uçabiliyor, hem denizin derinliklerinde yüzebiliyor, hem de tonlarca yükü makinelere taşıtabiliyor.
Peki insandaki temel özellikler nedir, bunların kaynağı nedir ve bu özellikler ne anlam ifade ediyor?
Bu sorulara temelde iki yaklaşımdan bahsedebiliriz. Birisi insanı yemesi, içmesi, gezmesi, çıkarını gözetmesi gibi özellikleriyle tanımlayan ve bunu tamamen insanın kendisine ya da çevresel faktörlere bağlayan yaklaşım. İkincisi ise insanı fizikî özellikleri yanında manevî özellikleriyle açıklayan ve bunun kaynağını âlemlerin Yaratıcısı’na bağlayan yaklaşım. Bunlardan ilki küfrî, ikincisi imanî yaklaşımdır.
Dinsiz felsefeye yaklaşıma göre insanın hiçbir manevî değeri yoktur. Onun bütün değeri temelde fizikî ihtiyaçları ile bir ölçüde etik ve estetik ihtiyaçlarını sağlamaya dönük iğreti tutum ve davranışlarından ibarettir. Yani insan hayatta iken akıllı bir ceset, öldüğü zaman da tamamen kadavradan ibaret bir varlıktır.
İmânî yaklaşıma göre ise insan asıl manevî yönüyle insandır. Değeri Yaratıcı’nın kendisine verdiği özellikleri yansıtmasından kaynaklanır. Sahip olduğu adalet, merhamet, şefkat, güzellik tutkusu, iyiliğe teşekkürle mukabele etme, sevme, takdir etme, olumlu şeyleri beğenme gibi bütün özellikler aslında Yaratıcı’nın özellikleridir. İnsan bu özellikleri aksettiren ilâhî bir “ayna”, rabbânî bir “yansıtıcı” durumundadır.
Bediüzzaman Hazretleri, insanın hususiyetlerini anatırken, insanın Cenab-ı Hakk'ın antika bir sanatı olduğunu ifade ederek şöyle diyor: "İşte, öyle antika bir san'at, antikacıların çarşısına gidilse, harika-pîşe ve pek eski, hünerver san'atkârına nisbet ederek, o san'atkârı yad etmekle ve o san'atla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir."
İnsanın cevherindeki antika sanatlar da ancak kalbinde taşıdığı iman nuru ile okunur, ortaya çıkar.