"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kur’ân okumak, yani Yaratanla konuşmak

Hüseyin Şahinoğlu
11 Haziran 2020, Perşembe
Konuşma, “muhataba mesaj verme” demektir.

Bu da çeşitli tarzda olur: Lâfza dökerek, fiilî bir tutum sergileyerek, susarak, işaret ederek… gibi. İçinde yaşadığımız âlem baştan başa “mesaj” yüklü. Yaratıcımız varlıklarla, olaylarla konuşuyor, mesaj veriyor. Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin ifadesiyle “kâinat, O’nun kudretiyle yaptığı bir konuşma”, aslında. Ama O, aynı zamanda sözlü yani kavlî olarak da konuşuyor. İnsanlık tarihi boyunca gelen “vahiy” bu demek. Bunun Hz. Muhammed’e (asm), onun şahsında insanlara gelen son örneği Kur’ân-ı Kerîm.

Kur’ân’a muhatap olurken, öncelikle, onun bu âlemi Yaratanın sözlü konuşması olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Yaratan konuşuyor, Kur’ân’da. Gökleri yaratan, dünyayı yaratan, insanı yaratan, “ben”i yaratan, benim duygularımı yaratan konuşuyor. Kime? Bütün insanlara. “Ben” de bütün insanlardan bir “ferd”im. O halde Kur’ân bana da konuşuyor, Yaratan bana da hitap ediyor…

Ben “insan” olarak aştığım veya aşamadığım, ıslah ettiğim veya edemediğim “taraf”larımla genelde bütün insanların özelliklerini taşırım. İnsanlar arasında mü’min var, kâfir var. “Ben”de de sıfat olarak imanî ve küfrî hangi sıfatlar vardır? İnsanlar arasında muhlis var, münafık var. “Ben”de de sıfat olarak ihlâs veya nifak hangisi var? İnsanlar arasında muvahhid var, müşrik var. “Ben”de de sıfat olarak tevhidî özellikler mi var, şirkî özellikler mi var? Yahut en azından bunların hangisi, hangi derecelerde var?

İşte “ben” Kur’ân’ı okurken imandan, ihlâstan, tevhidden bahseden yerlerde imanımı, ihlâsımı, tevhid anlayışımı güçlendirmem gerekir. Küfürden, nifaktan ve şirkten bahseden yerlerde “bu vasıflara açık yönlerimi” tashih etmem, düzeltmem lâzım. Başka bir tabirle “ben mü’minim, muhlisim, tevhid ehliyim, dolayısıyla kâfirlerden, münafıklardan ve müşriklerden bahseden âyetlerle ilgim yok, olamaz” dememeliyim.

Kur’ân’ın anlam dünyasına girebilmemiz için usûlî prensiplerin çok büyük önemi vardır. Bunların başında, “Kur’ân’ı, bu âlemi Yaratan Rabbin ‘konuşması/beyanı/mesajı’ diye kabul edip okumak” gelir. Yıllarca Kur’ân ile meşgul olduğu halde müsteşriklerin Kur’ân nurundan mahrum kalmalarının sebebi budur!

Kur’ân okumalarında dikkate alınması gereken başka bir usûlî prensip ise, onu “kendimizi merkeze koyarak” okuma çabasıdır. Yani Kur’ân bütün insanlara inmiş olmakla beraber adeta “bana indi” diye okumak, Kur’an şu kadar zaman önce indiği halde adeta “bugün indi” diye okumak, Kur’ân muayyen konulara tahsis edilerek indiği halde adeta “benim her problemime cevap olmak üzere indi” diye okumak. Çünkü Kur’ân, kendisi zaman ve mekân kayıtlarından münezzeh olan Allah’ın konuşmasıdır! Dolayısıyla bu konuşma; her asırda, her yerde, her insana, her insanın her dersine, derdine “deva” olma özelliğine sahiptir.

Kur’ân’a böyle bir anlayışla muhatap olduğumuzda, Kur’ân’ın her kıssası, her cümlesi hatta her kelimesi bize mesaj vermeye başlar. Meselâ, Fatiha’yı okuduğumuz zaman “kendilerine nimet verilenlerin” yolundan gitmek için can atar, “gazaba uğramış” yahut “dalâlette giden”lerden olmamak için dinamik dersler alırız. Meselâ ilk sekiz âyetinde mü’minlerin sıfatlarının sayıldığı Mü’minûn Sûresini okuduğumuzda, bu vasıfları pekiştirmeye çalışır, münafıkların özelliklerinden bahseden Münafkûn Sûresi’ni okuduğumuz zaman, -varsa-, bizdeki nifaka elverişli özellikleri tamamen ortadan kaldırma eğitimine gireriz. Yine meselâ, Hz. İbrahim (as) ile Nemrut’un yahut Hz. Musa (as) ile Firavun’un kıssalarını okuduğumuz zaman Hz. Musa ve Hz. İbrahim üzerinden anlatılan olumlu sıfatlarımızı geliştirme çabasına girer, -varsa-, Nemrut ve Firavun’un özelliklerinden sıyrılma cehdi içinde bulunuruz! Böylece her kıssadan ders alır, her âyetin mesajı ile daha yakından temasa geçmiş oluruz!

Diğer taraftan aynı prensip çerçevesinde, “Kur’ân mutlak ilim sahibi olandan gelen” bir konuşmadır” ve “O, her şeyi olduğu gibi benim de her şeyimi biliyor” diye düşünerek Kur’ân’a muhatap olduğumuzda, dalga dalga etrafımızı saran İlâhî mesajların bizim her derdimize cevap veren nitelik taşıdığını kolayca fark ederiz. Meselâ haklı sebeplerle birisine duyduğumuz kızgınlık ve bunun iç dünyamızdaki negatif izleri “Besmele”deki “Rahman ve Rahim” isimleriyle silinip yok olabilir. Duçar olduğumuz bir hastalık “Fatiha”nın tilâvetiyle şifalı bir akıbete müncer olabilir, yaşadığımız maddî darlık “Allah dilediği kimsenin rızkını bollaştırır, daraltır” (Ra’d, 13/26) âyetinin bereketiyle son bulabilir, günahların dağ gibi ruhumuza çöküp bizi zorlaması, “Allah bütün günahları bağışlayabilir” (Zümer, 39/53) âyetindeki “cemîan” kelimesiyle bertaraf olup kalbimizi büyük bir umut ve rahatlığa sevk edebilir.

Sonuç olarak biz, samimî şekilde kendimizi Kur’ân’ın muhatabı kabul eder, onda konuşanın da Kadîr, Alîm, Rahîm, Latîf, Mücîbü’d-Daavât… olan Yaratıcımız olduğunu dikkate alır, içtenlikle duâ ve talepkârlık duygusu içinde bulunursak, Kur’ân’ın bizim her sorumuza cevap verdiğini, her sıkıntımıza çözüm tavsiye ettiğini, her derdimize deva olduğunu görebiliriz!

Okunma Sayısı: 1809
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı