Vaktiyle, memleketin birinde, sürüdeki koyunlarından birini köpeği Karabaş’a hediye eden bir çiftçi, miras meselesi hakkında kadıya danışmak için huzura varır: “Kadı Hazretleri, olur da Karabaş ölürse hediye koyun kime düşer?”
Çiftçinin saflığından faydalanmak isteyen uyanık kadı, “sorduğun isabet oldu, miras benim, koyun bana aittir” der.
Kadıdan bu cevabı beklemeyen çiftçi şöyle karşılık verir: “İyi de Kadı Hazretleri, sen bizim Karabaş’ın nesi oluyorsun ki?”
Kıssadan hisseden değil, Karabaş’ın miras hissesinden bahsedelim.
İslam âleminin kanayan yaralarından biri olan Filistin meselesi bugünlerde yine gündemde…
Neredeyse her yıl Filisten’e ayrı bir saldırı gerçekleştiren İsrail, ilk defa bu seferinde zulmüne dünyadan destek buldu.
Uluslararası basın Hamas’ın saldırılarını gerekçe göstererek İsrail’e destek veriyor. Türkiye’de ise bir taraftan mülteci ve Arap düşmanlığının etkisiyle ve öte yandan da mazide Filistin’dekilerin Yahudilere toprak satmış olması meselesinin etkisiyle İsrail’in zulmüne taraftar olanlar var.
Filistinlilerin vaktiyle Yahudilere toprak satıp satmadığı tartışmalı. Bir an için bugün zulüm gören bazı Filistinlilerin geçmişte Yahudilere arazi sattığını kabul edelim. Bu kabul, İsrail’in cinayetlerini haklı kılar mı?
Filistindekilerin geçmişte Yahudilere sattığı araziler, hikâyemizdeki çiftçinin, köpeği Karabaş’a hediye ettiği bir adet koyuna tekabül ediyor. Oysa İsrail bugün, gözünü bütün bir sürüye dikmiş durumda.
Topraklarından çıkarılan ve katledilen Filistinliler; başta Müslüman ülkeler olmak üzere tüm dünyaya şu soruyu soruyor: “Bu topraklar bizim değil mi?”
Filistin, bugüne kadar her kime bu soruyu sorduysa, ona; “hayır, bütün koyunlar Karabaşındır” denildi.
Her ne sebeple olursa olsun, İsrail’in zulmü karşısında en azından kalbiyle bile buğzetmeyen ve “Filistin bizim meselemiz değil, onlar zaten hak etmişti” diyenlere biz de şu soruyu soralım: “İyi de kardeşim, siz Karabaş’ın nesi oluyorsunuz ki?”
“Koyunlar Karabaş’ın değildir” diyenlere gelince; onlar da ne yazık ki seslerini duyuramıyorlar. Üzülerek tecrübe ediyoruz ki başta Twitter (X) ve Instagram olmak üzere neredeyse tüm sosyal medya platformları, İsrail’i lanetleyen gönderileri anında kaldırıyor ve içerikleri engelliyor.
Zulmü “dil ile engellemek” kabilinden olan protesto gösterileri ise tilkinin zulmüne karşı kümesin duvarına “tilkiye hayır” yazmak kadar faydasız.
Peki, Müslüman ülkelere her daim sağır olan kulakları nasıl insafa getireceğiz?
Hürriyet ve demokrasiyle: Türkiye yalnızca coğrafi konumu itibariyle Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlamıyor. “Bizim hürriyetimiz, umum âlem-i İslamın hürriyetinin mukaddimesi ve bir basamağı çünkü.”
Türkiye’nin demokrasisi; kulak ile burun ve boğaz arasındaki “östaki borusu” hükmünde. Türkiye’de demokrasi iyi işlemeyip, hürriyet kısıtlandığında; östaki borusu tıkanıyor ve Batı ile İslam Ülkeleri arasındaki basınç dengelenemiyor. Böylece işitme kaybına uğrayan Avrupa, dengesini kaybeden ve başı dönen âlem-i İslam’a karşı sağır oluyor.
Türkiye bugün demokrasisi kaliteli bir AB üyesi olsaydı, Filistin meselesinde ortalığı ayağa kaldırırdı. “Demek, Türkiye’deki istibdat aslında Asya’nın hürriyetine de bir set ve perde çekiyor.”
Bugün İslam İşbirliği Teşkilatına üye 57 devlet bulunuyor. Âlem-i İslamın “57 tek adam” ile değil de milyonlarca Müslüman tarafından hep birlikte yönetilmesini isteyen çok hürriyet âşığı var. Ve elbet bir gün kavuşacağız…