Vaktiyle, memleketin birinde, adamın biri evlenir, geceliklerini ve eskiden yatarken başa giyilmesi âdet olan külahını giyer ve gelini beklemeye başlar. Bekleyen adam bir de bakar ki sedirin üstünde bir düzine kadar keçe külâh var. Hanımı gelince sorar: “Bunlar ne hanım?”
Gelin, “Haa, onlar mı?” der. “Onlar rahmetli eşlerimin gecelik külâhlarıdır.”
Adam hemen başındaki gecelik külâhını çıkarır ve kadına uzatarak şöyle der: “Ben anamın bir oğluyum, al şu külâhı, bağışla canımı…”
Bugünkü köşe yazımız, züğürdün “enesini” yoran zenginin ahvali hakkında olacak.
Türkiye’nin en zenginlerinden Murat Ülker, “Geriye doğru baktığınızda keşkeniz var mı” sorusuna şöyle cevap verdi: “Yok ya, keşkeyle ne uğraşacağız. Hani bir daha dünyaya gelseniz ne yapardınız… Böyle bir imkân verseler ben bir daha -dünyaya- gelmem…”
Dünya hayatının zevklerini ve nefsanî arzuları tatma noktasında, sınırsız imkânlara sahip biri olan Murat Ülker dahi “Dünyaya bir daha gelmek istemem” diyorsa, külâhımızı önümüze alıp bir düşünelim.
Peki, insana “Bir daha bu dünyaya gelmek istemem” dedirten şey nedir?
*En’am Suresi 28. ayette, Cehennemliklerin, bir daha dünyaya gelmeyi ve inananlardan olmayı istedikleri anlatılır. Fakat ayetin devamında, onların dünyaya geri gönderilseler bile yine, kendilerine yasaklanan aynı şeyleri yapacakları buyurulur. Demek dünyaya bir daha gelsem sözü, aslında bir tür “züğürt tesellisi”dir.
*İnsanın fıtratında şiddetli bir ebediyet arzusu vardır. İnsan, bu dünyada saltanat sürse, hatta saltanat süreceği ikinci bir ömre de sahip olsa, bir gün o ömrün biteceği düşüncesi insana feryat ettiriyor.
Bediüzzaman Hazretleri, “Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, ‘Ebed, ebed!’ sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz” der.
Demek, insan fıtratındaki ebediyet arzusu, insana, “Bir daha dünyaya gelmek istemem” dedirtiyor ve bu yüzden, saltanatlı ikinci bir ömür, hatta tüm kâinat dahi ahiretin yerini tutamıyor.
*İnsan fıtratındaki ebediyet arzusunun bir tezahürü de dünyevî zevklerin bitecek olması düşüncesinin, o lezzeti kaçırması ve acılaştırmasıdır.
Yine Bediüzzaman Hazretleri şöyle söyler: “İnsanın fıtratında bekaya karşı gayet şedid bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime [hayal gücü] cihetiyle bir nevi beka tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevalini [yok olacağını] düşünse veya görse, derinden derine feryad eder.”
Demek, dünyanın bütün güzellikleri, “fânî olmaları cihetiyle adileşip, çirkinleşiyor, hikmetsiz ve manasız kalıyor ki” dünyanın en zenginleri dahi o güzelliklerden nefret edip, “bir daha dünyaya gelmek istemem” diyorlar.
Elhasıl, Bediüzzaman’ın dediği gibi: “Ahireti bilen ve dünyanın hakikatini keşfeden, aklı varsa pişman olmaz, yeniden dünyaya dönüp uğraşmaz…”
Şimdi hikâyemize dönelim. Hikâyemizdeki gelin, dünya hayatı hükmünde. Dünyaya sahip olmak isteyen niceleri gelmiş ve geride sadece, dünyevî zevkleri ve servetleri hükmündeki keçe külâhlarını bırakmışlar. Sahip olamadan da göçüp gitmişler.
O halde göçenlerden ibret almalı ve “Ben anamın bir oğluyum, yani bu dünyaya bir kere geldim” demeliyiz ve külâhı verip ahiretimizi kurtarmalıyız.
İslâm âlimi Malik bin Dinar’ın (ra) şu sözüyle yazımızı bitirelim: “Dünyayla evlenmek istersen, mihr olarak dinini ister.”