Belediyenin çöp toplama hizmetine koşulan Kalender isimli bir beygir; yağmurlu bir İstanbul gününde, bir hamalın sırtındaki büyük bir aynada kendisini görür.
Aynadaki yansımasından ürken Kalender, kişneyerek dörtnala koşmaya başlar ve bir dükkânın camlarını kırarak içeri girer. Ardından dükkândan çıkar ve tramvay yolu üzerinde bir arabayla çarpışır.
Kalender’in çarptığı arabanın sahibi zengin bir tüccardır ve olay yerinde bayılır.
Çöpçü beygiri Kalender’in ortalığı birbirine katmasıyla, tuhaf rastlantılar da peş peşe gelir. Tramvay yolunun kapanması üzerine tramvaydan inen yolculardan biri olan Avukat Süheyl yürümeye başlar ve hükümet binasının önünden geçerken tanımadığı bir çifte nikâh şahidi olur.
Ardından vapur iskelesine ilerleyen Avukat Süheyl, Kalender’in camlarını kırdığı dükkânın önünden geçerken arkadaşı Serap’ı görür. Ayaküstü sohbet ederken birlikte sinemaya gitmeye karar verirler. Serap durumu haber vermek için dükkâna girip annesine telefon açar.
Bu sırada kazazede tüccar ayılır ve kaza yapmasaydı katılacağı ihaleye (eksiltmeye) yetişemeyeceğini bildirmek için telefon açmak ister. Ancak telefon, annesi tarafından sorguya çekilen Serap tarafından meşgul edilmektedir ve zengin tüccar durumu satıcıya bildiremez.
Eksiltme sahibi satıcı, önceden sözleştiği tüccardan haber alamayınca, malları bir diğer alıcıya verir. Mâlî durumu çok da parlak olmayan bu ikinci alıcı, hiç ummadığı bu ticaretle iflastan kurtulur.
Bahsini ettiğimiz hikâye, Haldun Taner’in, “Şişhâne’ye yağmur yağıyordu” isimli eserinde geçer. Taner, eserinde şöyle bir anekdota da yer verir:
Amerikalı bir fotoğrafçı, fotoğraf makinesinin merceğini çıkararak, onun yerine bir “at gözü” takar. Evet yanlış okumadınız, “at gözlüğü” değil “at gözü”.
Fotoğrafçı; “At gözü” mercekli makinasıyla çektiği fotoğraflara bakar ki nesneler mevcut boyutlarından yarım kat daha büyük görünüyor.
Meğer bizim çöpçü beygiri Kalender ve akrabalarının; asırlardır insanlara hizmetkâr olmasının bir sebebi de her şeyi büyük, kendilerini küçük görmeleri imiş!
Hamalın sırtındaki aynada yansımasını ilk kez gören Kalender, belki de ilk kez, büyüklüğünün farkına varmış ve bu düzene “kişneyerek” itiraz etmiştir.
Bu hikâyeden bahisle, biz de nesneleri olduğundan yarım misli daha büyük gören Kalender’in gözleri ile kendi gözlerimizi kıyaslayalım:
Sizce günümüz siyasetçileri, vatandaşın gözünde, olduklarından kaç kat daha büyük görünüyorlar?
Bu abartılı değer; hak ettikleri değerin üzerinde önem atfedilen siyasetçileri, gerçekle görünen arasındaki farkı kapatmak için kibre sevk etmiyor mu?
Hak ihlallerinin, ekonomik krizin ve yolsuzlukların farkında olan, ancak; “devletimiz var olsun, devletimiz için varız” diyen ve itiraz etmeyen ve en doğal hakkı olan kazanımlarını bile devletin lütfu olarak gören bir vatandaş, kendisini küçültmüş olmuyor mu?
Peki, kendisini küçük gören bu vatandaş; “devletle, devleti yönetenleri ayırt edemeyip” aslında “devlet yerine siyasetçileri” kutsamış olmuyor mu? Ümitsizliği bırakıp kendimizin farkına varma zamanı gelmedi mi?
“Âtiyi karanlık görerek azmi bırakanlara” Şişhâne’de, yağmurlu bir havada, bir boy aynası gerek. Gerisi kolay; el getirir, yel getirir…
“Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir.
Davransana, eller de senin baş da senindir.
Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz,
Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?”