Yeni Asya Camiası’nın ihlâs, uhuvvet, tesanüt düsturlarına dayanan, Üstada ve Risale-i Nur mesleğine sadâkate bina edilen bir şahs-ı manevîsi vardır.
Camiaya mensup her Nur Talebesi, bu şahs-ı manevînin tabiî bir azasıdır. Şahsî garaz, enaniyet veya isteklerinin yerine getirilmemesi gibi saikler ile, şahs-ı manevîden ayrılıp daire haricine savrulmak büyük bir kayıp olup, aynı zamanda zındıkanın oyununa gelmek demektir.
Daire içinde iken ihlâslarını bozanlar sarsılmaya başlarlar. Bunlar bir buz parçası hükmündeki enaniyetlerini şahs-ı manevînin havuzunda eritemediklerinden, kendilerinde üstün bir kabiliyet, ilim ve kuvvet bulunduğunu vehmederler.
Bunlar akıllarına sığışmayan meselelerde Camianın istişare neticesinde aldığı kararları tenkit etmeye başlarlar. Meşverete göre yayınlanan gazetenin manşet, haber ve makalelerini istişare meclislerinde müzakere yerine, uluorta yerlerde, sosyal medyada veya değişik mecralarda yıkıcı bir şekilde eleştirmeye başlarlar. İstekleri yerine getirilmeyince kıymetlerinin bilinmediği, orada kalmanın bir faydasının olmadığını düşünerek daireyi terk ederler ve muhalefet safına iltihak ederler.
Geçmişte bu şekilde muhalefete savrulmuş, temayüz etmiş çok sayıda kişi vardır. Bunlardan bir kısmı Risale-i Nur’a olduğu gibi, İslâmî ilimlere de derin vukûfiyeti olan şahsiyetlerdi. Diğer bir kısmı yazar-çizerdi.
Camianın çok iyi bildiği, burada ismini vermek istemediğimiz bu şahıslar, daire içinde hizmet ederken veya gazetede yazı yazarken çok popüler idiler. Yazdıkları makaleler ve yaptıkları ilmî araştırmalar, Camianın sıcak ve samimî teveccühüne, dış dairede geniş bir çevrenin takdirine mazhar oluyordu. Yazdıkları kitaplar yüz binler tarafından okunurdu, yurt içinde ve dışında verdikleri seminer ve konferanslar sevinç, coşku ve takdirle karşılanırdı.
Sonra zındıka komitesi devreye girdi. Onun kontak sokmasıyla şahs-ı manevînin havuzunda erimesi gereken ve bir buz parçası olan enaniyetler, müşterek havuzda erimeyerek kabardı. Bunlar meşveret heyetlerinin emrinde ihlâsla çalışacakları yerde, baş olma iddiasıyla ortaya atıldılar. İstekleri yerine gelmeyince, etkileyebildikleri kişileri yanlarına alarak daireden ayrılıp gittiler. Kendileri olmadan hizmetin devam edemeyeceğini, gazetenin ayakta kalamayacağını zannediyorlardı. Sonra Allah’ın yardımı, Üstad Hazretleri’nin himmeti ve şahs-ı manevînin kerametiyle onların boşluğu dolduruldu. Hizmet kervanı tökezlemeden yoluna devam etti.
Dairenin dışına savrulan muhalifler, orada gördükleri kabul ve teveccühü başka yerlerde görmek istediler, ama başarılı olamadılar. Bir kısmı Nur Mesleğinin zıddında hareket eden dindar kimlikli siyasî cereyana kapıldılar ve onun meddahı oldular. Bir kısmı değişik adlar altında Risale-i Nur ölçüleriyle kabil-i telif olmayan, nev-i şahıslarına münhasır bir grup oluşturdular. Diğer bir kısmı da, yıldızı sönerek kendi kabuğuna çekildi. Onlar daireden ayrılmakla Camianın gücünü bir parça zayıflatsalar da, sürüden ayrılan koyunu kurt kapar misali en çok kendilerine yazık ettiler, bilerek veya bilmeyerek bu hareketleriyle zındıkanın Nur Talebelerini bölme planına alet olmuş oldular.
Son Söz: Doğrusu enaniyeti şahs-ı manevî havuzunda eriterek ihlâs, uhuvvet ve tesanüt ile dâvâ arkadaşlarıyla birlik olmak, meşveret kurullarının emrinde bir nefer olarak hizmette sebat ve ona müdavim olmakla ayrıştırıcı fitne–fesat oyunlarını boşa çıkarmaktır. Üstad Bediüzzaman’ın Nur Talebelerinden istediği en önemli vazifelerden birinin bu olduğuna inanıyorum.