15-20 Temmuz sürecinin Adalet Bakanı olarak hatırladığımız, ama kabine dışında kaldıktan sonra sesi soluğu duyulmaz olan Bekir Bozdağ, bu suskunluğunu 15 Temmuz için bozmuş.
Ve o gece ölümü göze alıp İstanbul’a gittiğini söylediği Erdoğan için “Bunu Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’ün milletin önüne düşüp önce Samsun’a, sonra yurdu gezerek ülkeyi işgalden kurtarmasına benzetiyorum” demiş. Cümle aynen böyle. (Sabah, 9.7.20)
Erdoğan’ın, partisi iktidara geldikten bu yana her fırsatta tekrarladığı M. Kemal vurgularını biliyoruz. (Bunların epeyce bir kısmı Müflis Proje Kemalizm kitabımızda da var.)
Bu vurgular 15-20 Temmuz sürecinde daha da sıklaştı ve güçlendi. Uygulamaya yönelik boyutu ise, 30’ların şeflik dönemi referans gösterilerek gündeme getirilen ve hayata geçirilen tek adam rejimiyle tamamlandı.
Aynı bağlamda iktidar medyasında da “Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk neyse ikinci Kurtuluş Savaşı’mızda da Erdoğan o” gibisinden fevkalâde “orijinal” (!) yorumlar yapıldı, yapılıyor.
15-20 Temmuz sürecine bu gözle baktığımız zaman, sonraki gelişmelerin, Kemalist sistemi restore, tahkim ve takviye edip pekiştirme yönünde şekillendiğini görüyoruz.
SETA Siyasî Araştırmalar eski Direktörü ve 2017’ye kadar Başbakan Başmüşaviri olarak görev yapmış olan Hatem Ete’nin daha önce de aktardığımız tesbiti bunu ifade ediyor:
“Kemalist modernleşme projesine alternatif ol(uştur)ma iddiası ve beklentisiyle iktidara gelen Erdoğan, Kemalist siyaset ve toplum tasarımını popülist ve muhafazakâr bir tonla güncelleyerek daha da güçlendirdi.”
Gerçi Erdoğan’ın denilen tarzda bir alternatif ol(uştur)ma iddiası var mıydı, tartışılır. Ama destek verenlerin epeyce bir kesiminde o yönde bir beklenti olduğu herkesçe biliniyor.
Sonuç, Ete’nin dediği gibi oldu. Çok önce seslendirilip son olarak Taşgetiren’in gündeme getirdiği “Yeşil Kemalizm” formatında.
Perinçek’e “Erdoğan vatansever kuvvetler tarafından ele geçirildi. Cumhuriyet yargısı altın çağını yaşıyor. Hayatımın en mutlu dönemindeyim” dedirten bu tabloda yine Perinçek’e ait “Atatürk’ün mevzisi Ayasofya değil, 15 Temmuz” sözü de konuyu tamamlıyor.
Bizim başından beri dediğimiz ve Ete’nin de ifade ettiği gibi, 15 Temmuz demokrasiyi güçlendirme vesilesi kılınsaydı böyle olur muydu?