Koronavirüs salgınının yol açtığı panik bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de giderek yayılırken, bazı ülkelerde açıktan adı konularak ilân edilen olağanüstü hal, ülkemizde böyle bir isimlendirme yapılmadan uygulanıyor.
Üstelik OHAL iddiaları öfkeli bir dille yalanlanmak suretiyle. “Sokağa çıkma yasağına henüz ihtiyaç yok” denilse dahi, alınan kararlarla adeta fiilen öyle bir hal oluşturuluyor.
Sosyal ve ekonomik hayatın nabzının attığı bütün mekânların kapısına kilit vuruluyor; insanları bir araya getiren bütün toplantı ve etkinlikler askıya alınıyor; camilerde Cuma ve vakit namazlarına “ara veriliyor;” okullar ve üniversiteler tatile çıkarılıyor; çarşılar ıssızlaşıyor; toplu taşıma araçları boşalıyor.
Birçok ülkeyle gidiş-gelişler durduruluyor; uçak seferleri karşılıklı olarak iptal ediliyor.
İnsanlar gerekmedikçe eden çıkmamaya ve çalışanlar evden mesaiye yönlendiriliyor.
Ve bütün bunlar toplum tarafından hiç sorgulanmaksızın kabulleniliyor. “Uyulması kesinlikle zorunlu ve uyulmaması salgının yayılmasına yol açacak tedbirler” olarak görüldüğü için mecburen sineye çekiliyor.
Bilhassa İtalya gibi tedbirde gecikmenin faturasını ağır ödediği belirtilen ülkelerde yaşananlar örnek gösterilerek, “Onlar gibi olmak istemiyorsanız, bizim aldığımız tedbirlere mutlaka uymalısınız” deniliyor.
Sonuçta bir taraftan “Virüsten daha tehlikeli olan paniğe sakın kapılmayalım ve tedbir işini paranoyaya çevirmeyelim” denilirken, diğer taraftan herkesin birbirine adeta potansiyel koronavirüslü nazarıyla baktığı alabildiğine evhamlı bir ortam oluşturuluyor.
Günlük rutinin temel hak ve hürriyetler kapsamındaki en sıradan etkinliklerinin dahi “tedbir” adı altında toplumun bizzat kendisine “gönüllü olarak” kısıtlattırıldığı bu atmosfer ne zaman dağılacak, bilemiyoruz.
Ama bu olup bitenlere kader boyutuyla baktığımızda, çekilen bu sıkıntı ve eziyetleri, içinden geçtiğimiz süreçteki haksızlıkların ve bunlara gerek açıktan, gerekse suskun kalarak verilen desteğin de muaccel bir karşılığı olarak görmek yanlış olmaz diye düşünüyoruz.
Birikmiş zulümlerin ve yol açtıkları ah’ların bedelini, son dönemde peş peşe gelen felâket ve musibetlere eklenen koronavirüs afetiyle de ödüyoruz. Keşke artık ders alıp, o dersin gereğini yerine getirebilsek...