Salı günkü yazıda “İttihatçılar”dan iyi-kötü söz ettik. Gelen talep doğrultusunda, bugün de yakın tarihteki “Ahrarlar”dan kısaca bahsetmeye çalışalım.
Bilindiği gibi, bu her iki fikir ve siyaset cereyanı da, Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıktı. I. Meşrutiyetin ilanından sonra müşterek hareket ediyorlardı. II. Meşrutiyetin ilanında evvel ise, ayrıldılar ve farklı kulvarlarda siyaset yapmaya koyuldular. Seçimlerde de birbirine rakip duruma geldiler. İttihatçı komitacılar, birkaç sene içinde Ahrarları türlü entrikalarla diskalifiye etmeyi başardılar. Ama, bu durum onlara da yaramadı. Hem kendilerinin, hem koca Osmanlının sonunu getirmiş oldular.
Şimdi, İttihatçıların rakibi ve hürriyetçi demokrat misyonun temsilcisi olan Ahrarları biraz daha yakından tanımaya çalışalım.
*
Jön Türklerin 1902’de Paris’te yapılan kongresi, iki grubun çekişmesine ve nihayetinde siyaseten ayrışmasına sahne oldu. Bu gruplardan biri merkeziyetçiliği, diğeri ise liberalizmi savunuyordu. Merkeziyetçiler, daha ziyade komitacılıkla iş gören İttihatçılara meylettiler. İttihat ve Terakki Cemiyetinde birleştiler.
Liberal kanadın başını çeken Prens Sabahaddin Bey ise, “Ahrar–ı Osmaniye” fikriyatını devam ettirdi.
Ahrar grubu içinde yer alan şu önemli isimleri de zikretmekte fayda var: Mizan gazetesinin sahibi tarihçi yazar Mizancı Murat Bey, Nurettin Ferruh Bey ve Ahmet Fazlı Bey.
Bu gruptakiler, bir süre sonra “Teşebbüs–ü Şahsî ve Adem–i Merkeziyet Cemiyeti”ni kurdu. Her iki grup da, II. Meşrûtiyetin ilânından sonra fırkalaştı, partileşti. Birbirine rakip adaylarla genel seçime iştirak etti.
Bu arada, Mizan dışında Serbestî, İkdam, Sabah, Sadâ–yı Millet ve Servet–i Fünûn gazetelerinin de Ahrar Fırkasını desteklediğini hatırlatmış olalım.
1908 seçimlerinde, Ahrarların adayı diye bilinenler, hiçbir yerde yeterli oy desteğini alamadı. Buna rağmen, İttihatçıların desteklemiş olduğu adayların bir kısmı seçilip İstanbul’a geldiklerinde, İttihatçıları beğenmeyerek Ahrar Fırkasına katıldılar.
Hatta, Ahrarlar kısa süreli hükûmetler de kurdular. Ancak, komitacılar tarafından kısa sürede devrildiler.
Ahrarlar, en büyük darbeyi 31 Mart Vak’ası sonrasında darbeci İttihatçılar tarafından kurulan Divân–ı Harp Mahkemesinde yedi. (Emirdağ Lâhikası: 271)
Müstebid mahkeme, İttihad–ı Muhammedî Cemiyeti üyeleriyle birlikte Ahrarların da çoğunu dârağacına gönderdi. Geri kalanlarını çeşitli cezalara çarptırarak, onları siyaseten çalışamaz hale getirdi. Çoğunu Sinop Hapishanesinde eritip çürüttü.
*
Hürriyet mânâsıyla özdeşleşen Ahrar Partisinin siyasî görüşünü şu tâbirlerle özetlemek mümkün: Sosyal ve iktisadî hayatta liberal, yönetimde adem–i merkeziyet, teşebbüs–i şahsî ve hiss–i rekabetin kamçılanması.
Üstad Bediüzzaman, Prens Sabahaddin Beye yazdığı bir mektupta, bu fikrin güzel olduğunu, ancak bilhassa “adem–i merkeziyet” fikrinin yanlış anlaşıldığını, dolayısıyla, konjonktürel şartlar gereği bunun sakıncalı sonuçlar doğuracağını hatırlatır. Bunun tatbiki için Almanların durumunu bir medeniyet çıtası olarak gösterir.
Bunun yanı sıra, aynı mektubunda “teşebbüs–i şahsî ve hiss–i rekabet”in bizi tekâmüle götürecek medeniyet makinesinin buharı hükmünde olduğunu ve hükümetlerin bu istikamette hazırlık çalışması içine girmeleri gerektiğini söyler. (Eski Said D.E.: 183)
*
Said Nursî, hamiyet sahibi Ahrarların, 1908’den itibaren meşrutiyet–i meşrûânın ruhuna uygun çok ciddî bir iktidar hazırlığı içine girdiklerini, ancak onların bu ulvî teşebbüslerinin, şer odakları tarafından saf ve muhakemesiz dindarların 31 Mart Vakasında (13 Nisan 1909) kullanılmasıyla akim bırakıldığını teessürle ifade ediyor.
Gizli odaklar, o tarihte “dinde hassas aklî muhakemede noksan” kimseleri kışkırtarak, onları papağanlar gibi “Şeriat isteriz!” sloganları altında kanlı bir arenaya sürüklediler ve bu sûretle asıl maksatlarına ulatılar.
Üstad Bediüzzaman, 31 Mart kargaşasında yaşanan bu hali şu sözlerle tasvir ediyor: “...Sağını solundan fark edemeyenler–hâşâ–şeriatı istibdada müsait zannederek tûti kuşları (papağan) taklidi gibi ‘Şeriat isteriz!’ demekle, hakikî maksat ortada anlaşılmaz oldu. Zaten plânlar serilmişti. İşte o zaman yalan olarak hamiyet maskesini takınan bazı herifler, o ism–i mukaddese tecavüz ettiler. İşte câ–yı ibret bir nokta–i siyah!” (Münâzarât: 83)