Anlayabildiğim kadarıyla, bazı kimseler için “temiz siyaset” işi bitmiş durumda. Temiz siyasetten ümitlerini kestikleri için olsa gerek, var kuvvetiyle çamur atma siyasetine başlamışlardır. Yazık.
Öte yandan, her türlü ulvî-kudsî değeri siyasete âlet etme alışkanlığını bir hayli ilerletmişler. Ve maalesef, bu hâli iyice kanıksamış olup artık sıradan bir propaganda vaziyetine çevirmişler ki, cidden çok yazık.
Yâ hû! Bir parti başkanının siyasî propaganda mitingine en büyük ilin müftüsü nasıl olur da bir dolgu malzemesi olarak kullanılır? Cidden, bunu aklım-hafsalam almıyor.
*
Bu tür siyasetçiler, daha önceki dönemlerde millete dönüp kendi meziyetlerini anlatırlardı. Yaptıklarına ilaveten, bundan böyle yapacaklarını sıralayıp dururlardı. Âdeta babalarının kesesinden harcama yapmış gibi göstermekle beraber, yine de kendi marifetlerini yansıtmaya çalışırlardı.
İhale yönü şaibelerle yüklü olmasına rağmen, yap-işlet-devret modeliyle vücut bulan işletmeleri milletin başına vura vura, beynine kazıya kazıya, yahut gözüne soka soka anlatmaktan adeta helâk olurlardı.
İşte, o ucûbe tarz-ı siyaset kısmen devam etmekle beraber, şimdiki seçim kampanyasının ağırlıklı kısmını yine de çamur atma siyaseti teşkil ediyor.
Azgın troller ile militanlaşan propagandistler, adeta dönüşümlü bir şekilde “Altılı Masa”nın liderlerini sıra ile karalamaya çalışıyorlar.
Şu müflisler, artık bitmiş-tükenmiş olan hizmet ve meziyetlerini anlatmayı bırakıp, bütün mesailerini çingene sataşmalarını andıran bir üslupla rakip adaylarda kusur bulmaya harcıyorlar. Herhangi birinin konuşmasındaki 222 kelime arasından bir tek kelime bulup oradan yüklendikçe yükleniyorlar.
Tabiî kusur arayan, elbette bulur. Zira, beşeriz ve hepimiz hata yapabiliriz. O hatalara bakış ve değerlendirme tarzı, haliyle kişinin niyetine bağlı. İsteyen habbeyi kubbe yapar, yahut gafın-hatanın üzerindeki perdeyi yırtarak ifşâ eder; isteyen de “Kusurları örtün” emrine uyarak kubbeyi habbeye indirgeme niyetine girer, yahut hiç kaale almaz.
*
Kendi hizmet ve meziyetinden çok başkasının hata ve kusuru deşmek, rakip adayların konuşmasındaki tevile açık bazı kelimelerini cımbızla çıkarıp siyasetini onlara bina etmeye çalışmak, hiç şüphe yok ki iflâsın, tükenmişliğin alâmetidir.
İş bununla da bitmiyor. Miting meydanlarında, rakiplerin o hata ve kusurlar, bir de abartıla abartıla hem kitlelere seyrettiriliyor, hem de dayatmacı, mutlak baskıcı bir yöntemle tv ekranlarından milyonlara izlettiriliyor.
*
Aman yâ Rabbî! Geçen gün bir başka fecaate şahit olma bahtsızlığını yaşadık. Taşrada yapılan bir siyasî propaganda mitingi esnasında, rahmetli Menderes ve şehit arkadaşlarının İstanbul’daki “Anıt-mezar”ından canlı yayın bağlantısıyla istismarcılığın daniskasını yaptılar. Ekrânın bir tarafında siyasî propaganda görüntüsü, diğer tarafında sarıklı-cübbeli kıyafetiyle İstanbul müftüsünün dinî konuşma görüntüsü…
Doğrusu, o ân kendimi tutamadım. Yanımdakilere şu kahredici vaziyetin gayrettullaha dokunacağını söyledim. Bu kadarı da olmaz dedim. Hep birlikte dua ettik ki: Allah bizi bilumum arzî ve semâvî belâlardan, felâket ve musibetlerden muhafaza eylesin.
GÜNÜN TARİHİ 6 Şubat 1937
Anayasanın 2. maddesi
1924 Anayasasında “Türkiye Devletinin dini din-i İslâmdır; resmî dili Türkçedir; makarrı Ankara şehridir” şeklinde yer alan 2. madde, 6 Şubat 1937 tarih ve 3115 sayılı kànunla şu hale getirilmiş oldu: “Türkiye Devleti cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılâpçıdır. Resmî dili Türkçedir. Makarrı Ankara şehridir.”