Otuz yıllık meslek hayatımızda ülkenin başbakanına doğrudan hitap eden bir tek yazı yazdık, adeta küçük kıyamet koptu. (31.12.2013 tarihli yazı.
Link: www.yeniasya. com.tr/yazi_detay.asp?id=14232)
Tenkitlerle takdirler, tebriklerle salvolar, sitemlerle duâlar birbirini kovaladı. (Çok şükür ki bedduâ yok.)
Yazının internet sayfasında tıklanma ve yorumlanma sayısı rekor seviyeye çıktı. Tırmanış el’an devam ediyor.
Doğrudan telefonlar ile şahsî e-mail adresimize yağmur gibi damlayan yorumlar, mesajlar da cabası.
Oysa, Sayın Başbakan’ın dikkatine sunmak istediğimiz hususların ancak onda birini sıralayabildik, o yazıda.
Demek, tamamını yazıp neşretseydik şayet, bizim için de her halde büyük kıyamet kopmuş olacaktı...
* * *
Aziz dostlar! Son birkaç gündür tahmin edemeyeceğiniz kadar bizi yoran ve yoğun stres altında bırakan bazı hususları üç-dört ana bölüm halinde özetleyerek, sizlerle esaslı bir muhaverede bulunmak ve bu tür konulara dair varsa tavsiyelerinizi de almak istiyoruz.
Sizlere arz etmek istediğimiz hususları “Gizli Gülen fanatikleri”, “Gizli Erdoğan fanatikleri” ve “Konuyu başka tarafa çekenler” gibi ana başlıklar altında toplamayı düşündük. Ancak, o bölümlere geçmeden evvel, bize tâ başından beri tebrik ve duâlarıyla takdir ve temennileriyle destek veren kadim dostlara, aziz dâvâ kardeşlerime, bilmukabele olarak tebrik, tahsin ve duâlarımızı iletiyoruz. Şayet sizlerin duâsı, teveccüh ve siyaneti olmasaydı, halimiz büsbütün harap olacaktı veyahut temelli yorgun, bitap düşecektik.
Şükran kesirâ. Rızaenlillahi aleyke...
Şimdi, ifratla tefrit arasında gidip gelen yorum ve mesaj sahiplerinin söyledikleri ile bunlara mukabil yaptığımız kısa izahlar bölümüne geçelim.
Gizli Gülen muhibbânları
Hani derler ya “Açık yara değil de, adamı gizli yara öldürür” diye. Son günlerde aynen buna benzer bir durumla karşı karşıya geldik.
Hocaefendi’nin gizli muhibbânları, bizi adeta zehirli oklarla vurmaya çalıştı.
Yakın dost ve akrabalarım, arkadaşlarım, komşularım arasında “Gülen Cemaati”ne mensup muhterem insanlar var. Bunlar kalbî, hasbî, samimidirler. Kendilerini açıkça belli ettikleri için de, nisbeten zararsızdırlar.
O camiadan bir veya birkaç kişinin hatası, hatta liderlerinin zaman zaman düştüğü yanlışlar (“Yanlış yaptık; gayrımeşrû muhabbetin tokadını yedik” demesi gibi) sebebiyle, o camianın tamamını itham etmemeli, zan ve töhmet altında bırakmamalı. Dahası, çoğu sâf ve temiz olan tabandaki o insanlarla ileride kucaklaşabilecek bir kapıyı daima açık veya aralıklı tutmak lâzım diye düşünüyoruz.
Asıl tehlike, gizli muhibban, ya da kendini muhibban gibi gösterip gizli başka iş tutanlardan geliyor.
İşte, bu tür kimselerden geldiğine kanaat getirdiğimiz bazı itirazlar ve bunlara mukabil cevapların bir özeti.
Vehimli itiraz:
Siz Başbakan ve hükümet tarafına hâlâ “dost” nazarıyla mı bakıyorsunuz ki tutup “dostâne tenkitler”de bulunuyorsunuz? Görmüyor musunuz, onlar artık “düşman” konumunda. Hatta, en büyük Nurcu gruba zulmetmeye başladıkları için, zalimler sınıfında görülmeli değil mi?
İzâhlı cevap:
Bu tür sözler, ifrattan tefrite, tefritten ifrata savrulmuş kimselerin ruh haletini yansıtıyor. Daha düne kadar göklere çıkardığı siyasîleri, bugün kalkıp yerin dibine batırırcasına kötülemeye kalkışmak, ölçüsüzlüğün, prensipsizliğin, dengesizliğin dikâlâsıdır.
Bugüne kadar, her vesileyle “Ben Nurcu, şucu-bucu değilim” diyenlerin, başı sıkışınca tutup Nurcu nitelendirmesine sessiz kalması da bize hiç samimî gelmiyor.
Kaldı ki, bir Nurcunun, alnı secdeye giden bir Başbakanı veya hükûmetini düşman gibi görmesi, yahut onları “zalimler” diye damgalaması, olacak şey değil. Risâle-i Nur’dan kimse bunun delilini getiremez, gösteremez.
Esasen, Nurcuların böyle damgalayıcı bir vazifesi de yoktur. Dahası, siyasete bu derece bulaşmalarına, onlarla adeta cephe savaşına tutuşmalarına da izin, ruhsat yoktur... Biz bu vatanın hükümetlerini (rejimi değil) her zaman için ikaz eder, hatalarına karşı yapıcı tenkitlerde de bulunur, ama onlara karşı asla bir cephe savaşı açma yoluna gitmeyiz, gidemeyiz.
Üstad Bediüzzaman’ın, hayatı kendisine zindan eden Halk Partisinin Genel Sekreteri Hilmi Uran’a 1946’da yazmış olduğu tenkit ve ikaz mektubunu daima hatırda tutmalıyız. Kaldı ki, lider odaklı temel siyasî görüş ve anlayışlarına iştirak etmediğimiz bugünkü iktidar partisi içinde çok sayıda dost ve akrabamız var. Onların hatırına bile olsa, yine de hasmâne bir tutum ve davranış içine girmemiz doğru değil.
Gizli Erdoğan fanatikleri
Açıkça ifade edelim ki, Başbakan’ı ikaz ve bazı hatalarını tenkit mahiyetindeki söz konusu yazıya, iktidar partisine mensup kimselerden şiddetli bir tenkit veya itiraz şu ana kadar gelmedi.
Partili olanlar, tenkidimizi normal bulurken, bu kesimin fanatikleri de maalesef çok kırıcı mesajlar gönderdiler.
Meselâ, bir tanesi aynen şöyledir: “Latif Bey! Biraz da Başbakan’ın olumlu yanlarını yazsanız. İşiniz gücünüz eleştirmek. Atatürk Düşünce Derneği ile bir tek siz kaldınız hükümetimize karşı çıkan.”
Ne diyelim, insafı kurusun böylelerinin... Arkadaşım, biz hükümetin ve Başbakan’ın her şeyini masaya yatırmış değiliz ki, bu yazıda. Anlaşılıyor ki, bizi hakkıyla takip etmiyorsunuz. Yoksa, Marmaray, tüp geçit ve Suriyeli mâsum mültecilere yaptıkları insanî yardımlar konusundaki takdirlerimizi görürdünüz.
Vehimli bir başka iddia:
Gülen grubu, hükümete karşı başlatılan uluslar arası bir komplonun âleti oldular. Bunları hiç savunmamalısınız.
İzahlı cevap:
Hukuk ve adâlet nazarında “Suçun şahsiliği” prensibi esastır. Şahısların bir suçu, hatası varsa, bunlar ortaya çıkarılır ve ona göre muamele yapılır.
Hükümet veya devlet, fikirleri aykırı da olsa, herhangi bir grubun üzerine böyle huşûnetle gidemez. Hissî veya ideolojik davranamaz. Onları toptan cezalandırma cihetine gidemez.
Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle “Her hükûmette muhalif bulunur” ve “Hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz.”
Bir fikrî cereyana, bir başka fikrî cereyan mukabele edebilir. Taraflar, birbirinin fikrini çürütme cihetine gidebilir. Nitekim, aynı şeyi biz yapıyoruz ve bize karşı da yapılıyor. Bu durum gayet normaldir.
Devletin kuvveti ise, ideolojik bir silâh gibi kullanılamaz. Devlet, fiilen yanlış yapanın, suç işleyenin üzerine gider, delilleri bulduğunda da cezalandırma cihetine gider ve gitmeli. Buna kimsenin bir itirazı olamaz ve olmamalı.
Haklı itiraz, belli bir kesimin tamamını tefe koyup onları toptan cezalandırma yöntemine başvurulmasına, öfkeyle muamele yapılması cihetine gidilmesinedir.
* * *
Konuyu bambaşka taraflara çeken bazı dostlarımız da var. Bir yazının her şeyi sığdırmamızı bekliyorlar, herhalde. Bunlara verilecek cevaba şimdilik yer kalmadı. Bir başka yazıda inşaallah.
Sizin tavsiyeniz nedir?
Gördüğünüz gibi, işimiz hiç kolay değil. Duâ edin, Cenâb-ı Hak her daim yardımcımız olsun... Bir taraftan da, acaba diyorum, bu tür stresli ve netameli konulara girmek yerine, hiç olmazsa ortalık sükûnet buluncaya kadar havadan-sudan mı konuşsak? Meselâ, sağlıklı beslenme gibi herkese lâzım bilgileri mi derleyip sunsak? Yoksa, asıl branşımız olan “tarihten günümüze” yansıyan ibretli hadiseleri mi yorumlamaya çalışsak?
Sizlerin düşünce ve mülâhazası da bizim için fevkalâde önemli.