Fikir beyan etmek için, ilim ve irfan sermayesi lazım. Bu sermaye yoksa, ortaya konan fikre de pek itibar olmaz.
İlim, daha çok okumakla ve tahsil-tedrisat görmekle elde edilir. İrfan ise, mektep-medrese tahsili olmadan da kazanılabilir bir nîmet.
Öte yandan, ilmî araştırmalar yapmakla, çokça kitap okumakla, anlatılanları dikkatlice dinlemekle, etrafı tefekkür ve temâşa etmekle, fıtrî şeyleri iyi gözlemlemekle, aklî muhakeme yürütmekle, gezip görmekle, tecrübe yaşamakla, kişinin hem ilmî seviyesi yükselir, hem irfan hazinesi genişlemiş olur.
Fertlerin ve toplumların başına gelen sıkıntıların çoğu, yukarıdaki cümlelerde ifadesi bulan ilim ve irfan seviyesinin düşük olmasından kaynaklanır.
O halde, gelin Üstad Bediüzzaman’ın bu noktadaki bir alkışına biz de alkış tutarak kaynağından iktibas edelim: “Âferin maarifin himmet-i feyyâzânesine ve fünûnun himmet-i merdânesine ki, meyl-i taharrî-i hakikat ve muhabbet-i insaniyet ve meyl-i insaf olan hakaiki teçhiz” ediyor. (Muhakemat)
Hemen ardından, merhûm Âkif’ten de birkaç mısra ile devam edelim:
Alınız ilmini Garb'ın, alınız san’atını;
Veriniz, hem de mesainize son sür’atini.
Çünkü, kabil değil artık yaşamak, bunlarsız;
Çünkü, milliyeti yok sanatın-ilmin, yalnız.
*
İlim-irfan sahibi olmak, aynı zamanda bir meziyet, bir erdemliliktir. Zira erdemlik, yerine göre farklı fikirlere, farklı inançlara, farklı siyasî eğilimlere tahammül edebilmek demektir. Bu da, yine ilmî bir seviye ister. İlim ve irfan sahibi olan, kendine güvenir ve başkasının kendi fikrini beyan etmekten korkmaz, çekinmez.
Şayet, farklı fikirlere karşı bir tahammülsüzlük hali galebe çalarsa, bu istibdadın, taassubun, bağnazlığın ve kendine güvensizliğin yeşermesine sebebiyet verir.
Velhasıl, kendi dâvâsına, ilmine, fikrine güvenen bir kimse, farklılıkların meydân–ı zuhûra çıkmasından herhangi bir endişeye kapılmaz. Bilâkis, bundan memnun olur. Zira, bilir ki, açık yara adam öldürmez; belki gizli–saklı olan yara öldürür.
*
İlmî araştırma serbestliğinin ve fikir hürriyetinin faydaları pek çoktur. Misâl: Bir cemiyette, kimin içinde ne varsa bütünüyle ortaya çıkmalı ki, söylenen şeyin doğru mu, yanlış mı olduğu, dahası, eğer doğruysa kaç ayar olduğu kolayca anlaşılmış olur. Aksine, söylenmeyen, yahut söylettirilmeyen bir fikrin mahiyeti bilinemez. Hatta, o fikrin sahibi dahi, fikrinin ne değerde olduğunu tam olarak bilemez.
Öte yandan, bazıları da zannediyor ki, bildiklerini-inandıklarını söylese, yani fikrini açıkça izhar etse, yer yerinden oynayacak; kitleler, onun savunduklarıyla coşup taşacak, falan...
Ne yazık ki, konuşturulmayan çoğu kimse kendini öyle görüyor. Yani, kafasındaki fikirlerle dünyaya nizamat vereceğini zannediyor. Oysa, durum ekseriyetle öyle değil. Misâl: Çoğu zaman, kişi söyledikleriyle kalıyor. Hatta, bazen alkış da alıyor; ama, beklediği desteği alamıyor.
*
Bugün insanlarımız fikrini maalesef rahatça söyleyemiyor, bilhassa siyasî görüşünü hür bir şekilde ifade edemiyor. Hakkında hemen soruşturma başlatılıyor, yahut dâvâlar açılıyor; tutuklanıyor, vesâire…
Bu, kesinkes yanlış ve zararlı bir muameledir. Sebebi şu: Söz hürriyetine sahip olamayan kişinin kendisi, yahut taraftarı kimseler, haliyle kendini mazur görüp şiddet yanlısı olmaya meyledebiliyor. Ki, bunun herkese serapa zararı var. Öyle ki, farklı şeyler söylemenin, hatta yüzde yüz aykırı fikirler serd etmenin bile, “baskıcı suskunluk” kadar zararı olmaz.
O halde, ilmî sermayesi yeterli, irfan hazinesi kifayetli olan fikir sahiplerin er meydanına çıkmasına mani olmak değil, bilâkis taraftar olup yolunu kolaylaştırmak lâzım.