Uzun müddet aynı muhitte ikamet ettiğimiz ve yıllarca aynı imanî derslere birlikte iştirak ettiğimiz müstakim Nur Talebelerinden Erzincanlı Hakkı Yavuztürk Ağabey, 5 Ocak 2007’de vefat etti, 6 Ocak günü de Eyüpsultan Kabristanı’ndaki istirahatgâhına tevdi edildi. Cenâb-ı Hak ona rahmet eylesin ve ebeden razı olsun.
“Son Şahitler”den olması hasebiyle, kendisinden çokça istifade ettiğimizi hemen başta ifade edelim. Zira, kendisiyle iki türlü bir komşuluğumuz vardı. İkimizin hem evi, hem işyeri de birbirine çok yakındı.
Ayrıca, gazetemizin Cağaloğlu’daki merkezine sıklıkla gelirdi. Dolayısıyla, haftada birkaç kez görüşme, sohbet etme fırsatımız oluyordu.
Bilvesile, ara ara kendisinden dinleyip not aldığımız hatıralardan bir demet sunmak istiyoruz. İnşallah, ruhuna gidecek Fatiha ve hayır duâlarına da bir vesile olur.
Taze kan ihtiyacı
Öncelikle, kendisini çok güldüren bir espri ile başlamak istiyorum.
Hakkı Ağabey, vefatından 5-6 sene evvel açık kalp ameliyatı olmuştu. Ameliyat esnasında taze kana ihtiyaç vardı. İkimizin kan grubu aynı idi. Aynı kan grubundan 2-3 kişiyi daha bulup birlikte hastaneye gittik. Kan verdik, sağ-sâlim döndük.
İyileştikten sonra ziyaretine gittim. Bize duâ etti.
Kendisi halis Nur Talebesi idi. Kardeşi olan eski MSB Zeki Yavuztürk’ün ise, Türkçü ve MHP’li diye biliyordum. Sohbet esnasında, kendisine şöyle bir lâtife ile takıldım: Hakkı Ağabey, kardeşiniz Zeki Beyle görüştüğünüzde kendisine deyin ki “Kardeşim Zeki, biz Türk’üz, tamam; ama, şu an damarlarımda Kürt kanı dolaşıyor.”
Hakkı Ağabey, bu espriye o kadar güldü ki, ameliyat dikişlerinin patlamasından korktuk.
Bahtiyar bir talebe
1934 Erzincan Kemaliye doğumlu olan Hakkı Yavuztürk, yurdun muhtelif yerlerinde fedakârane hizmetlerde bulunmuş bir sağlık memuruydu.
Risâle–i Nur'u okuması ve Nur Talebeleriyle tanışması, talebelik hayatının geçtiği İstanbul'da 1952 senesinde nasip olur. Ayrıca, 1960'a kadar Üstad Bediüzzaman Hazretleriyle de mükerrer defa görüşme bahtiyarlığını yaşar.
Bu sebeple, kendisi hem "saff-ı evvel"den bahtiyar bir talebe, hem de bilhassa İstanbul'daki Nur hizmetinin çekirdeğini teşkil eden heyetin içinde bulunmuş bir öncü kahramandır.
Hakkı Ağabey, İstanbul'da teksir, matbuat ve neşriyat hizmetlerinde bilfiil çalıştığı gibi, burada "Nur'un ilk medresesi" hüviyetini kazanmış olan Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki meşhûr "Süleymaniye dershanesi"nin hizmete açılmasında da en aktif rolü oynamıştır.
Mescidi temizleyen sâliha kadın
Hakkı Ağabey, bir hatırasını da bize şöyle anlattı: Yıllar önceki bir bayram namazı için Bayezit Camii’ndeyim. İmam efendi minbere çıkıp hutbeyi okurken, Siyer-i Nebevî'den şöyle bir vak'ayı nakletti: “Medine'de bir ihtiyare kadın, Peygamberimizin (asm) sabah namazlarını kılmış olduğu mescidin temizliğini yapıyormuş. O kadın, hergün daha namaz vakti girmeden gelir, etrafı süpürüp temizler ve çıkıp gidermiş. Bir müddet sonra onu göremeyen Peygamberimiz (asm) nerede olduğunu sordu. O sâliha kadının vefat ettiği haberini aldı. Hz. Resûl-i Ekrem (asm), hemen o gün sabah namazından sonra kabristana gidip, o kadına mezarı başında duâ eder ve ayrıca bir kez daha cenaze namazını bizzat kendisi kıldırır."
Hakkı Ağabey, bu mevzuyu hiç unutmaz ve aradan bir zaman geçtikten sonra imam efendiye giderek bu rivayetin yer aldığı kaynağı öğrenmek istediğini söyler.
Namazdan sonra birlikte caminin kütüphanesine giderler. İmam efendi kütüphane raflarından eski ve kalınca bir kitabı alarak, o bahsin geçtiği yeri göstermek ister. Aciptir ki, söz konusu bahis, imam efendinin kendi eliyle o koca kitabı ilk açtığı sayfada karşılarına çıkar.
Dolayısıyla, ikisi de meseleye daha bir ehemmiyetle eğilerek bakar ve bir kez daha okurlar.
Hakkı Ağabey, "Bu hatırayı şunun için anlatmak istedim" diyerek devam etti: "İhlâsla, sebatla ve sadâkatla yapılan bir hizmetin, ne kadar küçük ve basit gibi görünse de, aslında ne derece büyük ve ehemmiyetli olduğunu nazara verdiği için, bu rivâyeti kaynağını da bilerek hep anlatmaya çalıştım."