Meşhûr zenginlerin, siyasî aktörlerin, sahasında çığır açan bilginlerin, kilit noktada bulunan bürokratların ve uzmanlık alanında zirveye tırmanan şahsiyetlerin ânî ölümleri, genellikle şüphe ve tereddütle karşılanmıştır.
Bu durum hiç yadırganmamalı ve "Amaaan, yine mi komplo teorisi... Kabak tadı verdi canım... Bıktık artık bu komplo teorilerinden..." diye söylenip duran saptırma, örtbas ve kamuflaj şampiyonlarının sözlerine asla itibar edilmemeli.
Zira, sözünü ettiğimiz kategorideki şahıslar, tarih boyunca daima sûikast plânlarının boy hedefi olagelmişlerdir.
Düşünün ki, Kàinatın Efendisi (asm) dahi mükerrer defalar sûikast plânlarına hedef olmuştur.
Düşünün ki, "Dört büyük halife"nin üçü, sinsî plânlarla yapılan sûikastler sonucu şehit düştüler.
Bu meyanda çarpıcı birkaç örnek daha vermek gerekirse...
* Sultan Murad–ı Hüdavendigâr, Kosova'daki zafer meydanında, yanına "Müslüman olmak istiyorum" diyerek yaklaşan Sırp cânisi Miloş tarafından hançerlenerek şehid edildi.
* Gerek Sultan Fatih'in ve gerekse oğlu Cem Sultan'ın, bir şekilde zehirlenerek öldürüldükleri yönünde kuvvetli rivâyetler var.
* Askerî darbe (1876) ile tahttan indirilen "pehlivan padişah" Sultan Abdülaziz'in "intihar süsü" verilerek katledildiği, iki sene sonra açılan Yıldız Mahkemesinde ancak anlaşılabildi.
* ABD'de birçok siyasî ve de siyahî lider, gayet plânlı şekilde düzenlenen sûikastler sonucu öldürüldüler.
* Ankara'da 1923'te katledilen Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin tetikçisi belli oldu; ancak, bu sûikastın gizli plânı ve işlenen cinayetin azmettiricilerinin kim veya kimler olduğu hâlâ meçhûl.
* Turgut Özal'ın kongre salonunda silâhla yaralanması olayı üzerindeki sır perdesi hâlâ kaldırılamamışken, hem onun, hem de Org. Eşref Bitlis'in plânlı sûikastler sonucu öldürüldükleri ciddî ciddî iddia ediliyor.
* 27 Mayıs Darbesi (1960) sonucu yakalanarak Harp Okulunda işkenceden geçirilen ve darbenin üçüncü günü bir resmî tutanakla "Okulun yüksek penceresinden atlayarak intihar etti" denilen İçişleri Bakanı Namık Gedik'in gerçekte intihar etmediğini, baygın halde iken pencereden atılarak katledildiğini de ben iddia ediyorum. Üstelik, bu iddiamı her platformda ispata hazırım.
ASELSAN'da seri ölümler
Şimdilerde yeniden gündeme gelen ASELSAN mühendislerinin şüpheli ölümleri, bize yukarıdaki hadiseleri derhatır ettirdi.
ASELSAN, Ordunun haberleşme cihaz ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla 1975 yılında kuruldu. Aradan geçen otuz beş yıllık süre içinde, bu kuruluşun yüksek teknoloji sahasında fevkalâde önemli gelişmeler kaydettiğini görmekteyiz.
* * *
Bilindiği gibi, bu kuruluşta çalışan "beyin takımı" seviyesindeki mühendislerden Hüseyin Başbilen 2006 yılı Ağustos'unda, Halim Ünal 17 Ocak 2007'de ve dokuz gün sonra da Evrim Yançeken'in gerçekleşen ölümleri "intihar ettiler" diye kayıtlara geçti.
Bu yöndeki resmî açıklama, başta aileleri olmak üzere hemen hiç kimseyi ikna etmedi. Ölümlerin peşpeşe gelmesi, hadiseler zinciri üzerindeki şüpheleri, tereddütleri daha da arttırdı.
Yaşanan bu "seri ölümler" elbette ki normal bir durum olarak addedilemezdi.
Aradan geçen zaman zarfında, bu seri ölümlerin üzerindeki sır perdesini aralamak maksadıyla, Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından soruşturma başlatıldı.
Görevlendirilen bilirkişiler, uzun araştırmalar neticesinde savcılığa sundukları raporlarında, meselâ Hüseyin Başbilen'in ölümüyle ilgili olarak ''Olay intihar süsü verilmiş bir cinayet'' şeklinde nitelendirildi.
Yukarıdaki örneklerden de yola çıkarak denilebelir ki, kuvvetli bir ihtimalle, işlenen cinayetlere intihar süsü verilerek, bu vatanın beyin takımına yönelik gayet profesyonelce bir faaliyet yürütülmüştür.
Isparta'da düşen uçakta 50 yetişmiş insanımız vardı
ASELSAN'daki şüpheli ölümlerle aynı derecede kuvvetli bir ihtimalle, dört sene önce bugün (30 Kasım 2007) İstanbul–Isparta seferini yapmakta olan Atlasjet Havayollarına ait yolcu uçağının düşmesi de "kaza süsü verilmiş bir sûikast" eseridir.
Zira, o uçakta da Türkiye'nin yetişmiş beyin takımından 50 seçkin bilimadamı vardı.
Uçağın inişe geçtiği sırada Isparta Türbetepe mevkiinde düşmesi sonucu, mürettebat dahil içindekilerin tamamı vefat etti.
Dolayısıyla, ASELSAN mühendislerinin ölümüyle ilgili yürütülen soruşturmanın bir benzeri de, bu elim hadise için de başlatılmalı.
* * *
Bu vesileyle, şu hususu bir kez daha hatırlatma gereğini duymaktayız ki:
Cinayet ve sûikast şebekeleri, gayet profesyonelce çalışıyorlar.
Araya taşeronları, maşaları, tetikçileri koyarak, kendilerini rahatlıkla kamufle edebiliyorlar.
Bu tetikçilerden yola çıkarak, onlara ulaşabilmek, hiç de kolay görünmüyor.
Zira, aradaki tetikçi ve taşeronlar için yaptıkları harcamaların çok daha fazlasını "iz kaybettirmek" için harcıyorlar.
Ancak, bu karanlık odaklar ne kadar gizli çalışırsa çalışsınlar, eğer millete hizmeti esas alan devletin aklı, tecrübesi ve imkânları devreye girerse, yine de doğru neticeler almak ve cinayetler üzerindeki sis perdesini dağıtmak mümkün hale gelir.
Şayet, karanlıkta kalan bazı hadiseler aydınlığa kavuşturulabilinirse, inanıyoruz ki gerisi gelecek ve adâletten, hürriyetten, şeffaflıktan yana kuvvetli bir rüzgâr esmeye başlayacaktır.
Ümit ve temenni ediyoruz ki, Türkiye'de hakka, hukuka dayanan ve şeffaflığı esas alan böylesi bir sürece girilmiş olsun.

Darbeciler tarafından devrilen devlet adamlarından Sultan Abdülaziz (1876) gibi İçişleri Bakanı Namık Gedik (1960) de, intihar süsü verilerek katledildiler. Darbecilerin stratejik müttefiklerinin de ASELSAN mühendisleri için benzer bir plânı uygulamış olması kuvvetle muhtemel.
Kemalistler telâş içinde
Dersim Hadisesinin gündeme gelmesi ve bilhassa 1937–38 yıllarında yaşanan katliâmlar üzerindeki perdelerin yırtılmaya başlaması, Kemalist geçinen kesimleri fena halde rahatsız etmişe benziyor.
Bu kimselerin, pür telâş içinde konuya müdahil olduklarını ve binbir dereden su getirerek, o tarihte işlenen korkunç cinayetlere habire kılıf giydirmeye çalıştıklarını esefle müşahade etmekteyiz.
Ancak, nafile...
Zira, vatandaş ekseriyeti, eskisi gibi "Böyle gelmiş, böyle gitsin" demiyor.
Ciddî bir sorgulama ve yakın tarihimizle yüzleşme rüzgarı öyle kuvvetlice esmeye başladı ki, Kemalistler, uyanan ve bilgi sahibi olan vatandaşları bundan böyle kolay kolay uyutamazlar, kandıramazlar.
Muhtemelen, onlar da bu uyanışın farkına vardıkları için ki, son derece gergin olup agresif tavırlar sergiliyorlar.
Ancak, böyle davranmakla daha da geriliyorlar, mevzi üstüne mevzi kaybediyorlar.
Eee, kolay değil elbette: Hem kendi vatandaşından on binlerce insanı katledeceksin, sonra da cinayetine kılıf giydirip o kan deryası üzerinde oturmaya devam edeceksin.
Bilhassa, şu noktanın çok iyi anlaşıldığını tahmin ediyoruz: Dersim'de, Ziylan'da, Menemen'de, Sason'da ve benzeri yerlerde devlet adına yapılan katliâm hareketi, değil kendi vatandaşlarına karşı, hariçten saldıran bir devletin vatandaşlarına karşı dahi yapılamaz. Yani, Dersim ve benzerlerinde olduğu gibi, savaş halindeki düşman tarafın kadınlarına, çocuklarına, mâsumlarına yönelik olarak böylesi bir saldırganlık tavrı sergilenemez.
Bu realitenin anlaşılması, elbette ki birilerini tedirgin edecek ve ediyor. Bunu da normal karşılamak gerekir.