Her çağda, her devirde birbirine zıt şahsiyetler bulunmuştur. Hem de öyle böyle değil, aralarında çok yönlü olarak aykırılıklara rastlanmıştır.
Çağımızdaki örnekler arasında Said Nursî ile Mustafa Kemal’i liste başında göstermek yanlış olmasa gerek. Said Nursî, bu noktada “Sizin itikadınızca da, aramızda küllî bir muhalefet var” diyor, 29. Mektup’ta.
*
Yirminci yüzyıla damgasını vurmuş ve tesirleri günümüzde de devam eden bu iki zıt şahsiyetin hem itikadları, hem amelleri, hem dünya görüşleri, hem gelecek nesillere bakışları ve de onlara hitapları arasında hakikaten “küllî bir muhalefet” durumu söz konusu.
Ama, gelin görün ki, bunca zıtlıklara ve küllî muhalefete rağmen, o iki zıt şahsiyeti, hatta temsil ettikleri davayı tutup birbirine yakınlaştırmaya heveslenen, ikisini aynı pota içinde göstermeye çalışan, dahası ikisini de seviyormuş gibi rol yapan kimseler olmuş ve hâlen de oluyor, maalesef.
Geçmişteki çarpıcı örneklerden biri olarak, “tarihçi“ diye geçinen Cemal Kutay’ı hatırlıyorum. Peki,kaskatı bir “Atatürkçü” olan Kutay aslında kimdir?
Kutay, 1840’lı yıllarda Cizre havalisinde terör estiren, milleti haraca kesen, astığı astık kestiği kestik şekilde hareket eden, sonunda Osmanlıya isyan bayrağını açtıktan sonra derdest edilerek maiyetiyle birlikte sürgüne gönderilen Bedirhan Paşa'nın torunudur.
Zaman içinde, yurt içinde ve yurt dışında birçok Bedirhanî ile görüşme, konuşma fırsatını bulduk. Göremediklerimizin de kitaplarını, hatıra notlarını okuduk. Sonuçta şu kanaate vardik ki, bu şöhretli hanedandan her çeşit adam çıkmış: Dindar, dinsiz, mütedeyyin, seküler, mason, Kürtçü, Türkçü, cemiyetçi (1918 Kürt Teâli Cemiyeti), Atatürkçü, isyankâr, itaatkâr, vesâire. Adeta ne ararsan var.
İşte, böyle bir aileden çıkmış olan Cemal Kutay, Mustafa Kemal’e taparcasına yazılar yazar, konuşmalar yapardı.
Kutay’ın 12 Eylül Darbesinden önce Yeni Asya’da tefrika edildikten sonra yayınlanan kitabının ismi ise “Çağımızda Bir Asr-ı Saadet Müslümanı Bediüzzaman Said Nursî” idi.
Bu kitabın orjinali aslında iki cilt halinde yayına hazırlanmıştı. Birinci cildi, yalan ve doğrular iç içe yoğrulmuş halde yayınlandı. İkinci ciltte ise, baştan sonra “Said Nursî ile Mustafa Kemal”i tekellüflü teviller barıştırma, aynı konularda onları yakınlaştırma çabası vardı.
O günlerin şahitlerinden biri olduğum için net bir şekilde ifade edeyim ki, Mehmet Kutlular’ın direnmesi ve güçlü dirayeti sayesinde, tek nüsha olarak kaleme alınan ve ücreti de peşin ödenen ikinci cildin basımı evvelâ reddedildi, ardından imha edildi.
*
Aradan daha bir sene geçmeden 12 Eylül Cuntası darbe yaptı. Aynı cunta, Yeni Asya’yı keyfî bir şekilde kapattırdı. Tam da o hengâmede Cemal Kutay Cağaloğlu’daki gazete idarehanesine geldi. Mehmet Kutlular’ın odasına çıktı ve hoş-beşten sonra içine dert olan konuya geçti. Şunu söyledi: “Mehmet Bey, siz beni anlamadınız. Beni anlasaydınız, Said Nursî ile ilgili dosyamın tamamını basardınız. Onu aynen basmış olsaydınız, darbeciler gazetenizi kapatmazdı. Hatta diyebilirim ki, sizi ihyâ ederlerdi.”
Bu konuşmasıyla, Kutlular Ağabey, onun hangi misyona hizmet ettiğini tam görmüş ve anlamış olmanın huzuru içinde ona gereken net cevaplar verdi. Kutay, aldığı cevaptan o derece rahatsız oldu ki, teessür içinde çekip gitti ve bir daha da gelmedi.
*
Elhasıl: Kutay’ın sinsice oynamış olduğu aynı rolü günümüzde de sürdürenler var. Onlara karşı son derece dikkatli olmalı, müteyakkız davranmalı. Tâ ki, hevesleri kursaklarında kalsın ve bizden de ümitlerini keserek çekip gitsinler kendi dünyalarına.