Risale-i Nur Enstitüsü tarafından Diyarbakır’da gerçekleştirilen “Doğu/Güneydoğu Meselesi” başlıklı programın birinci gününü oluşturan masa çalışmalarında konunun uzmanlarınca değerli fikirler ve öneriler dile getirildi.
Bu önerilerin en ilginçlerinden biri, Ahmet Yıldız’ın “çoban salatası” modeliydi. Çoban salatasını oluşturan domates, maydanoz, yeşil biber, salata, soğan, zeytin yağı ve limon suyu gibi malzemeler kendi hususiyetlerini koruyarak salatanın içinde yer alıyorlar ve kendine has özellikleriyle salatayı lezzetlendiriyorlardı, bir ürünün aşırı yoğunluğunun çoban salatasını “çoban salatası” olmaktan çıkaracağı gerçeği ile birlikte.
Bu malzemeler çok dinli, çok dilli, çok kültürlü ve etnik yapılı toplumumuzu temsil ediyorlar. Tüm unsurlar kendi inanç, kültür ve değerleriyle var oldukları sürece gerçek bir toplumdan ve milletten söz edebiliriz. Ne yazık ki Tek Parti döneminin “ulus devlet” anlayışı bu ülkeyi mercimek çorbası mantığı ile aldı ve çok kültürlü ve etnik yapılı bir toplumu, adeta mercimek gibi, asimilasyon mantığı ile blenderden geçirerek farklı kimlikleri reddetti ve tek bir kimlik üzerinden devleti kurgulayarak bugünkü ağır sonuçların doğmasına yol açtı.
Masa çalışmasında dile getirildiği şekliyle; başta Kürtler olmak üzere, ülkemizde yaşayan farklı etnik ve dinî grupların bir arada yaşamasının en temel şartı, çoban salatası örneğinde olduğu gibi, hepsinin kendi değerlerini muhafaza ve yaşama zemini bulduğu ortak bir üst kimliğe ulaşmaktır. Bu anlayışla devlet tüm kimlikleri kucaklayıcı ve kabul edici bir yaklaşım içinde olmalıdır.
Çözüm yollarından biri Bediüzzaman’ın tavrıyla doğrudan ilgilidir. Gladiston’un Kur’ân’ı ortadan kaldırmak ya da Müslümanları ondan soğutmakla ilgili sözlerine ve ırkçılık fikrinin Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmak istenmesine karşın Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu tavır, bu coğrafyanın ortak tavrı olarak öne çıkmalıdır. Ki, ırkçılık illeti, ayrıştırıcı yaklaşımlar, Müslüman bir milleti Kur’ânî değerlerden uzaklaştırmaya yönelik tuzaklamalar hem bölgenin, hem de İslam âleminin düçar olduğu problemlerin özünü oluşturmaktadır. Bu bağlamda Bediüzzaman’ın dikkate alınmadığı bir sürecin eksik kalacağı tüm katılımcıların da dile getirdiği dikkat çekici bir tespit olarak kayda geçmiştir.
Otoriter yapıların doğurduğu adaletsizlik, başkalarının fikrine ve inancına saygı duymama, aidiyetleri yok sayma ve temel hak ve hürriyetleri baskı altına alma gibi aksaklıkların İslâm dünyasının genel bir problemi olduğu dile getirilirken, çözüm olarak demokratikleşmenin önerilmesi ortak tespitlerden biriydi. Buradan hareketle “Kürt meselesinin çözümü, ana dilde eğitim gibi temel hakları bölge halkından esirgemeyen ve Kemalist kodlardan sıyrılmış demokratik bir anayasa ile mümkündür” denildi ve bazı kültürel haklarla birlikte ana dil gibi temel hakların anayasal düzenlemelerle güvence altına alınmasının önemine dikkat çekildi.
Yeni sürecin de tartışma konularından biri olan özerklik, federasyon, vb. kavramlar karşısında Bediüzzaman’ın Kürtlük davasının manasızlığını haykırarak Kürt Şerif Paşa ile Ermeni Boğos Nubar Paşa’ya karşı geliştirdiği tavrın önemine dikkat çekilerek Türklerle Kürtlerin etle tırnak gibi birbirlerinden ayrılamayacakları vurgulandı. Bu bağlamda, ulus devlet yaklaşımının kavimlere ve hatta kabilelere bile uluslaşma ve dolayısıyla devletleşme yolunu açma yanlışlığı dile getirilirken İslâm dünyasının ihtiyacının eyalet, federasyon ya da bağımsız devletler yoluyla İslâm coğrafyasına yeni sınırlar koymak olmadığı dile getirilerek var olan zihnî ve siyasî sınırları kaldırmanın ve İttihad-ı İslâm’a ulaşmanın en temel hedef olması gerektiği vurgulandı.