Dinsizlik ve imânsızlık mânâ ve mahiyetindeki “zındıka”nın, bu vatanda hem komiteleri var, hem de bir cereyan halinde hükmünü icraya çalışıyor.
Gerek dahilî ve gerekse haricî zındıklar, “Hey efendiler! Ben imânın cereyanındayım” diyen asrın müceddidi Üstad Bediüzzaman’la çok uğraştılar. Ona hayatı zehir, dünyayı zindan etmeye çalıştılar.
İşte, Üstad’ın kendi ifadelerinden o dehşetli zındıka komitelerinin hareket ve mahiyetine dair birkaç cümle:
* “Gizli zındıka komitesi, elinden geldiği kadar nazar–ı millette kendilerini lanetten, nefretten bir derece kurtarmak için, kusurlarımızı arıyorlar ve hükumeti iğfal etmeye çalışıyorlar.” (Emirdağ Lâhikası: 47)
* “Kırk seneden beri benimle mücadele eden gizli zındıka komitesiyle şimdi onlara iltihak eden komünist komitesinden bir kısmı, ehemmiyetli birer resmî makam elde ederek karşıma çıkıyorlar. Hükûmet ise, ya bilmiyor veya müsaade ediyor diye çok emâreler bana endişe veriyor.” (Şuâlar: 333)
* “Şimdiki kuvvetli bir sûrette hükmeyleyen zındıka cereyanı...” (Lem’alar: 32)
* “Gizli zındıka komitesi, aleyhimize Halk Fırkasını ve Maarifi sevk etmesi cihetiyle...” (Şuâlar, s. 301)
*
Risâle–i Nur Külliyatında aynı manada sarf edilmiş daha birçok ifade var. Altı bin sayfalık Külliyat tarandığında açıkça görülüyor ki, Üstad Bediüzzaman’ın asgari 19 kez zehirlenmesinde, defalarca hapis ve sürgün cezasına çarptırılmasında, eserlerinin yasaklanmaya çalışılmasında, ahlâksızlığın yaygınlaştırılmasında, bazı kadınların ifsat edilmesinde, dinsizliğin meydan almasında, imân ve Kur’ân hizmetine mukabele edilmesinde, mâsum canların yakılmasında ve daha bir dizi mel’anetin işlenmesinde aynı “zındıka komiteleri” baş rolü oynamış ve bilfiil vazife almıştır.
Ancak, bütün bunlara rağmen ne gariptir ki, Üstad Bediüzzaman, yine de “zındıklar”la veya onlara bağlı ferlerle uğraşmamış, doğrudan doğruya “zındıka cereyanı”nı hedef alıp onunla mücadele etmiştir.
Evet, açıkça ve gayet net bir ifade ile “Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imânsızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok” diye haykırmış ve hayatının sonuna kadar da aynı zındıka cereyanlarıyla uğraşmaya devam etmiştir.
İşte, asıl bu metotla o dinsizlik cereyanlarının ve komitelerinin beli kırılmıştır. Nitekim, Emirdağ’dan Urfa’ya doğru yapmış olduğu son yolcuğunda, yanındaki talebelerine birkaç kez tekrar ile “Kardeşlerim! Risâle–i Nur, bu vatana hâkimdir. Dinsizlerin, mason ve komünistlerin belini kırmıştır. Biraz sıkıntı çekeceksiniz. Fakat, sonunda çok iyi olacak” demiştir.
Şükürler olsun ki, yaşanan gelişmeler Hz. Üstad’ın bu sözlerini doğrulamış ve imânın cereyanındaki Risâle–i Nur, zındıkaya galip gelmiştir.
Ama şu var ki: Zaafa uğrayan zındıka, zaman içinde şekil ve sûret değiştirerek de olsa, varlığını devam ettirmektedir. Haliyle, ona karşı yapılan mücadele de kesintisiz şekilde devam edecektir.
Bu noktada şu hususa bilhassa dikkat edilmeli: Zındıkların Üstad Bediüzzaman’la var kuvvetiyle uğraşmalarına rağmen, Üstad ve talebeleri onlara karşı “mukabele–i bilmisil” şeklinde bir mücadele içine girmemiştir.
Yani, Bediüzzaman, şahıslarla veya komitelerle değil, onların fikirleriyle ve yaymaya çalıştıkları menfî cereyanları ile uğraşmıştır. Bu zamanda, en sağlam ve tutarlı olan metot budur.
Şayet, böyle yapılmayıp da şahıslarla, gruplarla, hiziplerle uğraşılacak olursa, netice meşkük ve hatarlı olur. Onlarla mücadele edenlerde “Ya tam galip gelemezsek? Ya onlar da bir yerlerden kuvvet alıp aleyhimize dönse?” şeklinde bitmez bir sıkıntı, stres, endişe hasıl olur.
Evet, şahıslarla uğraşmak, bazan galibiyet, bazan da mağlubiyeti netice verir. Lâkin, fikirle, imânla, irfanla ve bahusus Kur’ân’ın i’câzı ve tahkikî imân kılıcıyla yapılan bir “cihad–ı mânevî” metodunda mağlubiyetin yeri yoktur.