Okuma programındayız.
Allah’ın izniyle Nur Külliyatını devretmeye gayret ediyoruz. Tahmini 23-25 günde tamamlamayı planlıyoruz. Hızlı okuma tekniğiyle, sair zaruri işlerle birlikte günde 150-200 sayfa okumak mümkün.
Okumak, birkaç şekilde olabiliyor: Yavaş okumayla, anlamak ziyadeleşir. Hızlı okumayla da feyiz ziyadeleşir. Tabiî, biri diğerine mani değil. Aynı anda her iki yönden istifade ve istifaza etmek mümkün.
Şimdi 17. Lemâ’daki “Notalar”dan bir paragraf iktibas ederek o kısmı bir parça anlamaya çalışalım.
*
Söz konusu kaynakta zikredilen ifade şöyle:
“Hakikatdar bir rüyâda insanlara diyordum: Ey insan! Kur’ân’ın desâtirindendir (düsturlarındandır) ki, Cenâb-ı Hakk’ın mâsivâsından (yarattıklarından) hiçbir şeyi, ona taabbüd (ibadet) edecek derecede kendinden büyük zannetme. Hem, sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma.”
İşte, kısa ve sınırlı fehmimize göre bundan anladıklarımız:
Evvelâ Kur’ân-ı Azimüşşân olmak üzere sâir kudsî kaynaklarımızın bize daimî bir sûrette hatırlatıp ders verdiği husların başında şu ulvî değerler geliyor: Denge, ölçü, terazi, mîzân, nizam, intizam, adâlet...
Evet, bu mühim hakikatlere ziyadesiyle ihtiyaç var ki, çokça zikredilip hatırlatılıyor. Biz insanlara da, bu hususlara âzamî derecede dikkat etmek düşüyor. Bunlara dikkat edilmediği takdirde, zaruri ihtiyaç unsuru olan dengeyi tâ baştan bozmak demektir.
*
Dengenin bozulmasına sebebiyet veren hususlar hakkında şu noktaları nazara vermekte fayda var:
Çevremizde de şahit olduğumuz bir kısım insanlar, hatta bazı mütedeyyin kimseler, mesela keyfiyetten çok kemiyete, kaliteden çok mebzûliyete ehemmiyet verip meylediyor.
Aynı şekilde, bâkî hakikatlerden ziyade fâni, geçici, muvakkat şeylere perestiş ediliyor.
Bunları görüp hayrette kalmamak elde değil.
Bakıyorsunuz, karşınızdaki Müslüman, itikadı kuvvetli olduğu halde, kaskatı şekilde şahıs-perest kesiliyor, makam-perest olabiliyor, servete-şöhrete kavuşmaya adeta can atıyor.
Meselâ, hiç düşünmeden ve hiç rezerv koymadan bir fâni şahsa olan hayranlığını, aşırı düşkünlüğünü, hatta “sonuna kadar”, yahut “ölümüne” diyerek, hayatı boyunca ona bağlı kalacağını çıkıp uluorta yerde söyleyebiliyor.
*
Bağlayıcı sözler sarf eden bu türden fanatik tipler, o an için belki herhangi bir sıkıntı hissetmemesine rağmen, ileride şoklar, sendromlar, beyin zonklamaları, travmatik haller yaşaması kaçınılmaz olacak.
Siz, olacakları tâ başında beri görüyor ve ona aslında acıyarak bazı hatırlatmalarda bulunuyorsunuz. Fakat, tetikçilikten ve meddahlıktan başka marifeti olmayan bu kimseler, sizi maalesef anlayamıyor, hatta çoğu kez yanlış anlıyor. Bir de dönüp sizi itham etme hatasına düşüyor.
Evet, bunlar ne yazık ki feci bir yanlışın içine düşmüş, körkütük gidiyorlar. Tâ ki, kafalarını sert bir duvara çarpıncaya kadar...
Bizim vazifemiz, yine de mümkün mertebe kavl-i leyyin ile hak ve hakikati söylemeye, ölçüyü-dengeyi hatırlatmaya, ifrat-tefritten kaçınarak hatt-ı vasatı tarif ve tavsiye etmeye tam bir azim ve kararlılık içinde devam etmektir. Nasibi olan alır, bundan istifade eder. Nasibi yoksa, yapacak bir şey yok demektir. Netice, şüphesiz Cenab-ı Hakk’a aittir. O’nun vazifesine karışmak haddimiz değil.