Muhtelif kaynaklarda, Üstad Bediüzzaman’ın 1959 yılı sonları ile 1960 yılının ilk günleri olmak üzere iki kez Ankara’ya gittiği ve Beyrut Palas’ta kaldığına dair bilgiler var.
Aynı dönemde, İstanbul, Konya, Eskişehir, Afyon, Emirdağ, Isparta ve nihayet Urfa ziyaretleri de söz konusu. Sonradan anlıyoruz ki, aslında bütün bunlar vedâ turları olup son görüşmeler, son ziyaretlerdir.
İşte, bu ziyaretler esnasında bilhassa Ankara’daki Beyrut Palas’ta yaşanan iki mühim hatıra var ki, mahiyeti itibariyle hepimiz için mühim dersler barındırıyor.
O hatıralardan birini, emekli muallim, Mehmet Kayalar Ağabeyin talebesi ve hizmetkârı Diyarbekirli İrfan Haspolat’tan, gazetemizin merkez binasında bizzat dinledik. Bize anlattıkları özetle şudur:
Üstad Bediüzzaman’ın arzu ve talebine uyarak, Diyarbekir’den Ankara’ya Mehmet Kayalar ile birlikte geliyorlar.
Emekli yüzbaşı olan Kayalar Abinin başı, 7. Kolordu Komutanı Cemal Tural Paşa ile derde girmişti. Tâ askeriyeden tanıştıkları Tural Paşa, Diyarbekir’deki Risâle-i Nur derslerine mani olmaya çalışıyormuş. Mehmet Kayalar da, ona mukabil, içinde kuvveti-şiddeti de barındıran bir harekette bulunmayı aklından geçiriyormuş.
Bu vaziyetten bir şekilde haberdar olan Üstad Bediüzzaman, Beyrut Palas’taki özel odasında toplanan talebelerine “müsbet hareket” dersini verme ihtiyacını duydu. Bilâhare, Lâhikalara “Vefatından önceki son ders” olarak da derc edilen bu mektubu vicahi şekilde okurken, zaman zaman da Mehmet Kayalar’ın gözlerinin içine bakarak telâffuz ediyordu. Tâ ki, müsbet hareket çizgisinden hiç ayrılmasın, menfi harekete meyletmesin diye...
* * *
Beyrut Palas’ta o günlerde cereyan eden ikinci hatıra ise, siyasilerle ilgili.
Otele kadar gelerek Bediüzzaman Hazretleri’ni ziyaret eden çok sayıda siyasetçinin olduğu biliniyor. Bir kısmı, eski DP’li Gıyaseddin Emre’nin hatıralarında var. Bir kısmını da bizzat kendisinden dinledik.
13 Nisan 2015 tarihli Yeni Şafak gazetesinde ise, Üstad Bediüzzaman ve İçişleri Bakanı Namık Gedik ile bağlantılı fevkalâde dikkat çekici bir belge yayınlandı.
Söz konusu belgeli ve yorumlu haberde, takdire şâyân bir nokta var. O nokta, Said Nursî’yi ziyaret eden şehit Namık Gedik’in “Hilye-i Saadet”ten bahseden 13 Nisan 1960 tarihli “TBMM Özel” antetli belgede yer alan ifadeleridir.
O orijinal belgede, aşağıdaki ibretlik ifadeler ayniyle yer alıyor. Şöyle ki:
“Bu Nur’un 21 Aralık 1959'da, Bediüzzaman Said Nursî'nin Ankara'da Beyrut Palas Otelinde ziyaret ettiğimde, Başvekilimiz Adnan Menderes'e hediye verilmesi için bana teslim edilmiş idi. Muhterem Said Nursî Hilye-i Saadet'in kısa hikâyesi ile bana teslim etti. Muhterem, her sabah namazdan önce Hilye-i Saadeti 3 defa öpüp alnına götürdüğünü, her sabah Peygamberimize duâ ettiğini, gözyaşlarının Hilye-i Saadetin üzerine döküldüğünü, kendisi için bunun çok önemli olduğunu beyan etmiş, bu emanetin bundan sonra Başvekilimiz Adnan Menderes'e emanet edilmesinin önemli olduğunu izah etmiş ve verilmek üzere bana teslim edilmiştir... Başvekilimiz Adnan Menderes'e Said Nursî'nin hediyesi teslim edilmiş ve aylar sonra Başvekilimiz aynı uygulamalarla, sabah namazından önce Hilye-i Saadete, Peygamberimize duâ ederek çok gözyaşı döktüğünü, ama bunu taşımaya muktedir olmadığını, emanetin tekrar iade edilmesi için bana teslim etmiştir. Ben de bu emaneti benim için çok önemli iki şahsiyetin (Bediüzzaman ve Menderes) gözyaşını döktüğü Hilye-i Saadet'i teslim etmemiş, korumaya almışımdır. Vasiyetimdir: Bu Hilye-i Saadet, gözyaşları ile yoğrulmuş, içi Peygamber sevgisi ve aşkı ile tutuşmuş yanmış iki önemli şahsiyetin, gözyaşları ile yoğrulmuş bu emaneti gelecek nesillere anlatınız diye çocuklarıma vasiyet ediyorum.”
Dahiliye Vekili Namık Gedik
Acaba, böylesine imanı kuvvetli bir şahsiyetin intihar ettiği hükmüne varmak, hele hele darbecilerin beyanını doğru kabul ederek inanmak, hiç kabil midir?
İşkence ile katledilen merhum Namık Gedik’i bir kez daha rahmetle yâdediyoruz.