ABD’de Kongre binasına sayıları binleri bulan, bir grup Cumhuriyetçi Parti fanatiğinin saldırması ve çıkan olaylarda 4 kişinin ölümü ABD demokrasisi açısından kara bir lekedir.
11 Eylül saldırısı sonrasında ikiz kulelerin yıkılması ve üç bin insanın ölmesi ile sonuçlanan terör saldırısında, ABD’nin güvenlik açıkları sorgulandığı gibi, bütün dünyanın tabiri caizse nefes almadan izlediği 6 Ocak tarihindeki parlamento baskını sonrası da ülkenin demokratik değerleri sorgulanmaktadır.
Bu kapsamda; seçimle gelenin seçimle gitmesi, giderken de kaos ortamı oluşumuna meydan vermeyecek bir demokratik olgunluk sergilemesi bütün dünyada bir demokrasi sınavıdır. ABD Cumhuriyetçi’lerin elinde bu sınavı kaybetmiştir. Mağlûbiyeti kabul etmek bir fazilettir, zaten demokrasi de bir fazilet rejimidir.
ABD, 1789 tarihinde başkan olarak seçilen G. Washington’dan sonra 45 seçilmiş başkan tarafından yönetilmiş, 50 eyaletin oluşturduğu adem-i merkeziyet sistemi ile demokrasisini geliştirmiş ve totaliter rejimlerle (komünizm ve faşizm) de kendi çıkarları ölçüsünde mücadele etmiştir. Soğuk savaş döneminde ise hür dünyanın liderliğine soyunmuştur. Her ne kadar kendi içlerinde siyah-beyaz mücadelesinden sonra demokrasi ve insan hakları konusunda belirli bir mesafe almışlarsa da, bütün dünyada, uyguladıkları politika açısından bunu söylemek çok zordur. ABD, ülkemizde yapılan darbeler başta olmak üzere, birçok ülkede yapılan ihtilâllerde ve kaos ortamlarının oluşmasında küresel bir güç olarak rol almıştır.
ABD özellikle Afrika, Güney Amerika ve Ortadoğu’da çalışabileceği monarşik yönetimleri desteklerken, diktatörler üzerinden ülkelerin demokratik gelişmelerini engellemiştir. Diğer taraftan kendi ülke menfaatleri için; ülkeler arasında savaşlar planlamış, gerektiğinde işgal girişiminde bulunmaktan da çekinmemiştir. Bu emperyalist, menfaatçi, âdil olmayan politikalar mazlum ve masum milletler için çok yıkıcı olmuştur.
Tam da burada; Bediüzzaman’ın iki Avrupa’dan bahsettiği gibi, Avrupa’nın bir devamı niteliğinde olan ‘iki Amerika’dan da bahsedebiliriz. Toptancı olmamak, haksız değerlendirmeler yapmamak ve ihkak-ı hak için ‘iki Avrupa’ ve ‘iki Amerika’ değerlendirmesi adalet-i mahzaya daha uygundur. Bütün, Avrupa ve Amerika’yı aynı kategoride görmek yanlıştır. Hz. İsa’nın (as) din-i hakikisi ve İslâmiyet’ten aldığı feyizle İnsanlığa faydalı sanat ve teknolojileri üreten, hak ve adalete hizmet eden “birinci Amerika” ,“birinci Avrupa” gibi elbette bahsimizden hariçtir. Ama yukarıda anlattığımız “ikinci Amerika” insanlığa faydalı olmak ve dünyanın yaşanabilir olmasına katkı sağlamak istiyorsa “birinci Amerika”ya tabi olmak zorundadır.
Ancak böyle bir Avrupa ve Amerika; Hz. İsa (as) ve şahs-ı manevisinin ahir zamanda beklenen “hamiyetkâr ve fedâkar bir İsevî cemaati namı altında Müslüman İsevileri ünvanına lâyık bir cemiyet” 1 tanımına ve iltifatına lâyık, “Siyaseti tam dindar İsevilere bırakmak” 2 şartına masadak olabilirler.
Peki, bütün bu insanlığın hayrına olan sonuçlara ulaşmak için bize düşen görevleri de düşünüyor muyuz?
Dipnotlar:
1) Mektubat, 29. Mektup.
2) Gayri münteşir Emirdağ 1 mektupları.