Son yıllarda ülkemizde kutlanması yaygınlaşan bir gün de 24 Kasım Öğretmenler Günü’dür. Şüphesiz bunun kutlanmasının da, Kemalizm’e bakan yönüyle, bir önceki yazımda bahsettiğim sebeplerle alâkası da var. Fakat bu meselede başka şeyler de söylememiz zaruri.
Malum, bir şeyleri kutlamak için bahane arayan bir toplumuz. Bunu kutlamakta da hiçbir mahzur yok gibi görülüyor ilk bakışta. Ama gerçekten öyle mi acaba? Birkaç cihetten bakalım:
Günümüzde bir toplumda demokrasi ne kadar gelişmişse, meslek grupları arasındaki eşitsizlik ve statü farkı da o kadar azdır. Değil mi? Hâlbuki bizim gibi toplumlarda, tek partili siyasal düzenden, yakın bir zamana kadar, öğretmene –genel olarak– diğerlerinden büyük bir değer atfedilirdi. Bunun sebebi, devletin baskıcı bir ideolojiyle yönetilmesi, bu ideolojinin beyinlere çakıldığı yerin okullar olması ve çakacak olanın da “öğretmenler” olarak görülmesidir. Mantıksız mı geldi? 1980 Darbesi’ni yapanlara mantıksız gelmediği için, Mustafa Kemal’in “başöğretmen” ilan edildiği günün kutlanmasını (24 Kasım) onlar tedavüle sokmuşlardır. Şu da var ki, sistem tarafından bu gibi günler, ideolojik de olan bir “zorunlu eğitim”i de meşrulaştırıcı bir nitelik taşımaktadır.
Bir şeyleri kutlamaya aşırı meyilli bir toplum olduğumuzu söylemiştik. Ama sorun bununla kalmıyor. Hem kutluyoruz, hem kutlamayanı ayıplıyoruz. Hatta o günün gereğiyle(!) amel etmeyenleri de. Üstad’ın “görenek belası” ifadesi aklıma geldi birden şu anda. Öğretmene o gün hediye almak, bir görenek hâline geldiği için, insanlar çok yoksul olsalar bile kemerlerini sıkıp kendilerini hediye almak zorunda hissediyorlar. Üstelik bazı yerlerde, öğrenci velileri kendi aralarında para katışıp öğretmene hediye almaya kalkıyorlar ve yoksul veliler ekstradan bu emrivaki ye katlanmak zorunda kalıyorlar.
Çoğu öğretmenin, bu günde kendilerine hediye alınmadığında o öğrenciye/veliye olumsuz bir tutum beslemeyeceğine gerçekten inanıyorum. Fakat veliler arasında, “Hediye almazsam çocuğum ikinci sınıf insan muamelesi görür” düşüncesi yaygın olduğundan, hediye etmek için değil de sırf çocuğu ezilmesin düşüncesiyle hediye alma düşüncesi de yaygındır. Bu da, veli-öğretmen ilişkisinde içtenliğin ve samimiyetin yerini yapaylığın almasında önemli öncüllerdendir.
Öğretmenlik kavramı, bu gün nedeniyle; acayip acayip kavramlara, manalara teşmil ediliyor. Buna bir örnek; İstanbul’un işlek bir yerinde HAMAS’ın önde gelen idarecilerinden Ebu Ubeyde için “Öğretmenler günün kutlu olsun” pankartı açıldı. Bu hızla gidersek, tarihteki İslam âlimlerinin ve âbide şahsiyetlerin de, 12 Eylül Kemalist darbesinin ortaya koyduğu standartlarla öğretmenler gününü kutlayabiliriz. Hatta çevrenizde de size karşı, “Sen öğretmen değilsin ama bana şunu öğrettin” diye öğretmenler gününüzü kutlayanlar olmuş olabilir. Bütün bunlar da normaldir, zira zoraki yapılan her şeyin içi boşalmaya mahkûmdur.
Bu güne karşı ne yapacağız? Risale-i Nur’un bize sunduğu yöntemle hareket edeceğiz: Değişikliğe kendimizden başlayacağız ve kutlamayacağız. Başkalara da bu hakikatleri anlatacağız, dar daireden geniş daireye gideceğiz. Vesselam...