"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Serencam

Muzaffer KARAHİSAR
10 Kasım 2020, Salı
Güz mevsimi, hazan vakti, yaprak dökümü tabirlerini çok duymuştu.

Sonbahar renklerinin değişen manzaralarını pencereden seyretmişti yıllarca… Mevsim sonu yaprakların dallardan süzülerek yere indiğini düşünürken, bir gün kendinin yere yığılıp kalacağı aklına gelmemişti. Bağ, bahçe, ev işlerinde gece gündüz çalışmaktan geleceği düşünmeye vakti olmamıştı.

Bir anlık yalpalayıp düşmesiyle toparlanmak, ama olmadı. Gelen inme hastalığıydı. Sebahat Hanımı bir anda her şeyden mahrum edivermişti. Yatağın içinden yorgun bakışlarını bazen tavana dikiyor, bazen başını pencereye çevirmeye çalışıyordu. 

O haliyle nereye baksa rüzgâr gibi geçen ömrünün serencamını yaşıyordu. Hayalleri, hatıraları, umutları peşine takarak bir çırpıda şimşek gibi geçip gitmişti ömür dakikaları…

Kasabada herkes onları, durmadan çalışırken görürdü. Bu yılın mahsulüyle tıka basa ambarlar dolmuştu. Kurutmalıklar, bulgur, tarhana, salça, turşu kışlık yiyecek ne varsa kilere ihtimamla yerleştirmişti. İkindi vakti ansızın gelen rahatsızlık, ona yıllarca ertelediği, unuttuğu ihmalleri hatırlattı. Komşusu Zahide Nine: “Kızım, çoluk çocuğunuz yok. Aç kalacak değilsiniz, haliniz vaktiniz yerinde, karı koca gece gündüz işten başınızı alamıyorsunuz. Kanaatkâr olun, hırslanmayın. Sağlığınızı düşünün, dinlenin biraz. Hayır, hasenat yapın. Yoksulları gözetin…” derdi.

Bu nasihatleri duyan eşi: “Onlar bizi kıskanıyor! Her şeyin bir zamanı var. Ahir ömrümüzde yaparız… Bak namazımızı kılıyoruz, işte” der, güler geçerdi. Ama Sebahat Hanımın içi rahat değildi. Annesi, “Sebahat Kızım! Şu altınları al. Ben çok yaşlıyım. Beraber umreye gidelim.” demişti de aniden vefat edivermişti. Yıllarca umreye gidemediği gibi beklettiği annesinin emanetini de bir hayra verememişti.

Hastalık sonunda onu yatağa mahkûm etmişti. Bir gün ayağa kalkabilir miyim? diye düşündü. Bütün enerjisiyle kendini yokladı. Ümitsizce duvarlara baktı. Geçen yılları, ellerindeki nasır, yüzündeki güneş yanığı ve yanağından akan gözyaşları anlatıyordu. Ambarlar ve kilerler dolusu erzak öylece duruyordu. Sandıktaki annesinin emanetleri de boynuna tıkılmış bir vebal gibi içini kemiriyordu.

Doktor, ağır felç teşhisiyle birlikte, kalpte ritim bozukluğu, yüksek tansiyon ve diyabet hastalığı teşhisi koydu. Uzun süre felç tedavisi ve rehabilitasyon gerektiğini anlattı. Hastanın öz bakımı, temizliği, düzenli beslenmesi ve sağlık tedavilerinin yapılabilmesi için sürekli gözetim altında ve yatılı bir kuruluşta bakılmasını tavsiye etti. 

Her şey ani ve hızlı gelişti. Karı koca hastalık telâşıyla şaşırıp kalmışlardı. İkisinin de aklından geçen huzureviydi. Yıllarca aynı yastığa baş koyduktan, sonra hüzünlü bir ayrılığı telâffuz edemiyorlardı. Ölüm ayırır, diye düşünürken kötürüm olan Sebahat Hanımı eşinden, evinden, yurdundan müzmin bir hastalığın ayıracağı kimsenin aklına gelmezdi. 

Ertesi gün huzurevine gidip yerleşecekti. Eşine, sandığı açıp eşyalarını, elbiselerini, yün çoraplarını bir bohçaya koymasını istedi. Ertelediği görevi, yün çoraptaki altınları bir yere bağışlayıp vebalden kurtulmayı çare olarak düşünmüştü. 

Yıllarca dumanını tüttürdüğü ocaktan, sıcak evden, yuvasından ayrılacaktı. Tertipli düzenli yaptığı işler, yerleştirdiği eşyalar, seccade, namaz örtüsü ve onca hatırayı bırakıp gidecekti. 

Huzurevine giriş işlemleri yapılırken Sebahat Hanım, ilk defa gördüğü mekânı ve insanlara bakıyor, tanımaya çalışıyordu. İkide bir etajere koydukları eşya bohçasına titizleniyordu. Görevli hemşireler sağlık dosyasını almıştı. Görevliler, Sebahat Hanımın kimliğini ve eşyalarını ayırırken yün çorap içindeki altınları görüp yanında sayarak kayda geçirdiler. Nasıl işlem yapılacağına karar veremediler. Müdürü bilgilendirdiler. 

Görevlilerin bazıları, kadıncağız bu altınları eşine vermek isteseydi buraya getirmezdi, dedi. Bazıları da, bu kadar fazla miktar altının muhafazası, kaydı, takibi zor olur. 

Bankada özel kasa kiralasa masrafı var! Ayrıca antika özelliği varsa sorumluluk getirir, dediler. Yapılacak işlem, tutanağa “eşine teslim edildi.” İbaresi eklenerek Sebahat Hanım’ın parmak basması ve eşine imza karşılığı teslim edilmesine karar verildi…

Bir anda sevdiği, umut bağladığı, değer verdiği şeylerden mahrum olan Sebahat Hanım, elinde altın kesesiyle odadan çıkan eşinin arkasından çaresiz, üzülerek baktı. Bu dünyada her şey boş ve yalanmış, diye düşündü. Yıpranmış bir bedenin pişmanlık fırtınaları, yalnızlık duygusuyla gurbette akşam hüznüyle birleşmişti. Nedamet gözyaşlarıyla ağladı. Tevekkül ve teslimiyetle Bâki-i Zülcelâl’ın merhametine sığındı…  Kalbi sakinlemiş, ruhu ferahlamıştı. Gece vakti dışarıda sonbahar rüzgârlarının uğultusuyla yaprakların hışırtısı duyuluyordu…

Okunma Sayısı: 2195
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı