Risale-i Nur hakikatleri yaşanan, görülen, bilinen her olayı melekût penceresinden okumayı talim ettirir.
Bu sebepledir ki vuku bulan her şey “mana”lıdır. Çünkü kâinatta zayi olan hiçbir şey olamaz. Bir mü’minin başına gelen büyük küçük ne varsa onun iki ciheti olduğunu düşündürtür bize. Yakın zamanda yaşadığımız zelzeleye de dünya ve ahiret cihetiyle bakmadıkça olayı tam olarak anlamlandıramayız.
Üstat Hazretleri, Risale-i Nurlarda ne zaman zelzele bahsi ile ilgili bir şeyler yazacak olsa, hep zeminin hiddetinden bahseder. Bu nokta dikkat çekicidir. Bediüzzaman’ın özellikle bu noktaya odaklanması bize zelzelenin bir arz tepkisi olduğunu düşündürtür. Aslında Risale-i Nur, deprem tefekkürüne belki de ilk olarak buradan başlanması gerektiğini vurgular. Depremin enfüsi ve afakî olarak değerlendirilmesi gereken pek çok hikmeti vardır. Medya, özellikle afakî değerlendirmeleri, yıkılan bina sayısını, vefat eden insanları, konut dayanıksızlığını, arama kurtarma çalışmalarını, siyasetin bu konudaki politikalarını ön plana çıkarır. Olayı sadece afakî olarak ele aldığımızda depremin bir ihtar olma ciheti, değişen politikalarla beraber son bulabilir. Çünkü tek bir insanın dahi vefat etmeyeceği, hiçbir kaybın yaşanmadığı, süper dayanıklı binaların yapıldığı bir gelecekte deprem bizim için manasızlaşacaktır. İşte bu yüzden Bediüzzaman depremin ikaz cihetini, tahrip etmesi nokta-i nazarıyla değil, arzın hiddeti cihetiyle ele almaktadır.
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır. Ve yeryüzü bütün ağırlıklarını dışarı çıkarır. Ve insan ‘Ne oluyor buna?’ der. O gün yeryüzü, üzerinde herkesin ne iş yaptığını haber verir. Çünkü Rabbin ona konuşmasını emretmiştir.” (Zilzal Sûresi, 99:1-5.)
Deprem arzın konuşmasıdır. Rabbinin emriyle yeryüzünün beşerden memnun olmama halinin dışavurumudur. Her varlık kendi lisanı ile konuşur. Evet depreme dayanıklı binalar yapıp kaybı sıfıra indirebiliriz. Ama arzı susturamayız, ona kulak verip dinlemek ve Cenab-ı Hakkın, arz aracılığıyla gönderdiği mesajı okumaktan başka çaremiz yok.