Her darbe döneminde olduğu gibi Türkçe ezan, mealcilik, “Kur’ân bize yeter” nöbetleri depreşince sünnete ve Kur’ân dili olan Arapçaya düşmanlık başgösterdi yine.
Bu işi ikide bir temcit pilavı gibi ısıtıp durmaları hafife alınacak bir mesele değil. Belki can çekişen süfyaniyeti yeniden diriltme çabaları olsa da, dinini tam yaşamayan Müslümanın zayıflığına bir bahane göze çarpmakta.
1930’ları geri getirme, dinin şeairini tahrip etme, içini boşaltma cüretkârlığı süfyanizm trenine kömür taşıyor, fakat bu defa dindarların iktidarında. Hem de ölmüş, unutulmuş Cehennem-i zümera diyeceğimiz bir hengâmede.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken dini dünyadan ayırma çabaları hilâfetten, şeriattan, şapka devriminden, harf inkılâbından tutun bir dizi icraatlarla 1000 senelik mahsulat yerle bir edildi ki; suret-i hak’tan görünüp safdil Müslümana pazarlanan dinin hamîsi rolüyle, perde arkasında dine ve mukeddesata hücum edilmişti.
“..İşittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık Kur’ân’a karşı sû’-i kasdını tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: ‘Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin. Yani, lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş.’”
Güya Rahman Sûresi’nde 31 defa “Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz” gibi tekrar edilen âyetlerin icaz (belâgat) ve i’cazından (mu’cize) uzak, düz tercüme mantığıyla gizliden enjekte edilen (hâşâ) lüzumsuzluğu nazara verilerek Müslümanı Kur’ân’dan soğutmak çabası bu.
Bu dehşetli plânı anlamayan ya da anlamak istemeyen bedbahtlar ırkçılık damarıyla tercümeye balıklama atlıyorlar ki, “kendi dilimize ne olmuş, onlar bize düşman niye Arapça” vs. bahaneleri piyasada..
Tabiî bir harfine on, yüz, on binlerden geçen sevaplı kelimat-ı tayyibe ve mübarekin (haşa) papağan gibi okunmasını tahfif ediyorlar.
Evet, bu asrın insanı fen ve felsefeden beslendiği için mana âlemlerinden uzak, Müslüman olduğunu iddia ettiği halde mukeddesata sathî nazarla bakarken, arzî taleple dinini beğenmiyor belki yerden yere vuruyor.
KUR’ÂN KABİL-İ TERCÜME DEĞİLDİR
Süfyaniyetin en büyük hediyesi olan Türkçe Kur’ân bu gün yeniden piyasaya sürülüyor ki müşterisi de hazır. Zira elfaz-ı Kur’âniye öğrenmesi mecbur olmayacak ki mesuliyete mucib olmasın. Adı Müslüman, ama vur patlasın çal oynasın.
Elması (ahireti) elmas bildiği halde şişeyi (dünyayı) tercih etme hastalığı, işine geldiği her trene el kaldırmada.
Halbuki tercüme dediğimiz şey 7000 ve günlük kullandığımız 300 kelime ile sınırlı olan dilimize çevrildiğinde 100 manadan bir mana kalır ki elimizde, çıkmaz sokaklar...
Buyurun: “Lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin câmiiyeti ve elfaz-ı Kur’âniyenin i’cazı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i tercüme değildir! Belki “muhaldir” diyebilirim. Kimin şübhesi varsa, i’caza dair Yirmibeşinci Söz’e müracaat etsin. Tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve nâkıs bir mealdir. Böyle meal nerede; hayatdar, çok cihetlerle teşa’ub etmiş âyâtın hakikî manaları nerede?”
Tercümeye bir iki misal:
1. Maide Sûresi 51; “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin” âyetine tercümeyle zahiri manaya bakarsak dünyada kimse ile görüşmememiz ve alış veriş yapmamamız lâzım. Hatta evlilik bile..
“Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan âyineleri hasebiyledir. Hem de bir adam zâtı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san’atı içindir. Öyle ise herbir Müslümanın herbir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, herbir kâfirin dahi bütün sıfat ve san’atları kâfir olmak lâzım gelmez (..) Ehl-i kitabdan bir haremin olsa elbette seveceksin.”
2. ”Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’ân vahyettik.” (Şûrâ 7. Âyet)
Bu âyet indiğinde nasılki Yahudilerden bir grup, Hz. Muhammed’in (asm) peygamberliğini itiraf etmekle beraber her millete değil, Araplara mahsus bir peygamber olduğu iddiasında bulundukları gibi, bu günde dinden kaçmak için bahane arayanlara bir can simidi neredeyse. “Çöle inen kanun” tezini müdafaa edenler bu âyetle açıktan “Bakın Kur’ân Mekke’ye indi, öyleyse bize hitap etmiyor” şeytanî kurnazlığındalar.
Elhasıl; bu yol çıkmaz sokak..