Bazen olur ki insan, kesretli seslerniçinde bir sükût arar; kalabalıkların ortasında garip düşer. Harekâtın sürati içinde kalbi yorgun, hissiyatı dağınık, ruhu tenhaya muhtaç hâle gelir.
Ne sözler tesellî eder, ne de manzaralar huzur verir. İşte böyle bir hâlette, gönül derin bir sükûnet ister: Sessiz, lâtif, mânâlı bir mekân… Ve işte Barla, tam bu noktada zuhur eder; şehirlerden uzak, manaya yakın, kelâmın sükûta erdiği, kalbin dile geldiği, ruhun teneffüs ettiği bir belde olarak…
Seneler öncesinde ailece, bir heyecanla katran ağacının bulunduğu tepe noktasına ulaşmıştık.
Bir yanda “Barla Gölü,” diğer yanda göz alabildiğine uzanan “ova”… Başını çevir, zirve noktasında “Gelincik Dağı...” Hayretler içerisinde kalarak, gayr-i ihtiyari, içimde bir his belirdi: Üstadımız buraya sürgünle değil, adeta kendi arzusuyla gelmiş. Barla Yaylası'nı mana âleminde keşfetmiş, İlahî bir sevkle katran ağacının altına oturmuş.

Yıldızlarla hemhal olmuş, insanlardan çekilip Kur’ân’dan ilhamla Risale-i Nur’un tefekkürünü işte buralarda arzulamış ve bu niyet kabul görmüş...
Altıncı Ricâ’daki bahisle, gurbetler iç içe geçmişti…
Hazin bir sadâ eşliğinde, ıssız ve sessiz görünen dağlarda; kalbe rikkat veren bir yalnızlıkla, yıldızları konuşturup:
Dinle de yıldızları şu hutbe-i şirinine Name-i nurîn-i hikmet, bak ne takrir eylemiş. Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
“Bir Kadîr-i Zülcelâl'in haşmet-i sultanına, Birer bürhan-ı nur-efşanız vücud‑u Sâni'a” İlaahir…

Derin bir tefekkürle, bütün gurbetlerden ve yalnızlıklardan;
“Madem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. Madem O var; bizim için her şey var” diyerek, her şeyi kendine mûnis arkadaş eyleyip, Rahîm, Kerîm, Enîs, Vedûd olan Rabbimize sığınmış.
Görünen o ki, Barla Yaylası’nda o manevî âleme girip, zamanlar üstü bir atmosferde, ders halkasında yer alarak Risale-i Nur’un nesimini ruhumun en derin zerrelerine kadar hissetme arzusu içimde iyice pekişti. Madem Üstadımız, “Zaman gelecek, bütün dünya Barla’yı tanıyacak” mealinde ifadelerde bulunmuş; öyleyse bizler de fevç fevç o manevî iklimin kapısından girip, sanki Üstad’la birlikte çeşmenin kaynağından kana kana içerek, ruhun ab-ı hayatındaki mânevî testilerimizi doldurmalıyız.
Ve şimdi o zaman gelmiş görünüyor…

Barla Yeni Asya Sosyal Tesisimiz, yepyeni yüzüyle siz değerli misafirlerini ağırlamaya hazır.
Genç ve dinamik bir ekip; sizi güler yüzle karşılayacak, ziyaretinizin sonunda memnuniyetinizle uğurlayacaktır.
Ferdî, ailece ya da grup olarak gelmek isteyenlere hitap edilebildiği gibi; toplantı, seminer ve müzakere programları için de randevu alınabilir.
Barla, sadece bir belde değil; bir maneviyat merkezidir. Said Nursî’nin ifadesiyle: “Barla benim için bir medrese-i Yusufiyedir.” Bu medresede siz de kalbinizi, zihninizi ve ruhunuzu tazeleyeceksiniz.
Gönül istiyor ki;
Mehmet Kutlular Ağabey’in dualarla ilk kazmasını vurduğu bu mekânda ve daha sonra planlanan — kendi mülkümüz olan— Karakavak mevkiindeki Yeni Asya arazisinde, ağaçlandırılmış “Karakavak Cennet Bağı”nda, selvi ağaçlarının gölgesinde,
Risale-i Nur’ları doyasıya birlikte mütalâa edelim.
Hayal edin… sizin veya ailenizin, “Karakavak Cennet Bağı”nda dikili bir ağacı var. Her sene merakla
“Acaba ne kadar büyüdü?” diyerek gelip hasret giderdiğiniz, bakımını yapıp gölgesinde oturduğunuz bir hatıra mekânı…
Niçin olmasın?
Zira bu çağın insanı olarak, yoruluyoruz…
Şehirlerin bitmeyen telâşı, kalabalıkların gürültüsü, içimizi sıkan gündemlerin ağırlığı altında ruhumuz daralıyor.
İşte tam da böyle vakitlerde Barla; sükûnetin, sadeliğin ve maneviyatın bir sığınağı olarak karşımıza çıkıyor.
Tertemiz havası, göz alıcı Barla Dağı ve Eğirdir Gölü manzarası, yollarına sinmiş hatıralar ve beldenin dört bir yanını dolduran Nur Talebeleriyle, insanın içine derin bir huzur serpiyor.
Barla, yalnızca bir ziyaret değil; insanın kendi içine dönüp yeniden nefes aldığı bir tefekkür iklimidir.
Haydi Barla’ya!
Manevî bir nefes, içten bir tefekkür ve unutulmaz bir yolculuk için…
Yeni Asya Tesisleri sizi bekliyor.