23 Aralık 1876 tarihli şu Kanun-u Esasi ile başlayan şu Meşrûtiyet serüvenimiz, sadece şu iki yıl sonrasında, 93 Harbi de denilen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin mağlup olmasını şu Meclis-i Mebûsan’ın almış olduğu ve yanlış olduğuna itikat, hem de zehab ettiği kararlarına bağlayarak, şu Meclis’i şu fesh ile kapatan Padişah 2. Abdülhamit tarafından sonlandırıldı. Kapatılan şu ilk meclisimizde işleyiş, kısaca şu şekildeydi: Kanun-i Esasi’ye istinaden iki kanatlı bir parlamento oluşturulmuştu.
Üyeleri “seçim yoluyla” belirlenen meclise Meclis-i Mebûsan, üyeleri şu padişah tarafından “atama yoluyla” belirlenen meclise de Âyan Meclisi deniyordu. İki meclisin oluşturduğu parlamentoya ise Meclis-i Umûmi (Genel Meclis) deniyordu. Âyan Meclisi’nin şu başkan ve de üyeleri “doğrudan” şu padişah tarafından atanıyordu.
1878’den ta 1908’e kadar, yani tam şu 30 yıl süren şu döneme dönemin aydınları, şu kalem erbabı tarafından “Devr-i İstibdat” tesmiye olunuyordu. Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî de idamla yargılandığı şu Divan-i Harb-i Örfi’deki müdafaasında bu dönemi tarif ederken, “Bu hükûmet, Zaman-ı İstibdat’ta akla husûmet ederdi.” diyerek onların bu hükmünü teyit ediyordu.
Padişah 2. Abdülhamit’in, aslında şu “mecbur kaldığı” 23 Temmuz 1908 tarihli 2. Meşrûtiyetin İlânı Osmanlı için tam bir dönüm noktası olmuştu. Çünkü Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî’nin de kurucuları arasında yer aldığı şu İttihad-ı Muhammedi Partisi dâhil olmak üzere şu Meclis’te tam 13 tane parti bulunuyordu.
İki Balkan Harbi ve bir büyük Dünya Savaşı geçiren şu meclisimiz, son padişah Sultan Vahdettin’in 11 Nisan 1920 tarihindeki şu tasfiyesi ile son buldu.
Cumhuriyetin İlanı’nın şu iki yıl öncesinde, 20 Ocak 1921 tarihinde “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adı ile şu “modern anlamda” ilk anayasamız yürürlüğe girmiş oldu.
23 Nisan 1920 tarihi ise, bir mübarek Cuma gününde Hacı Bayram Camii’nde hep birlikte kılınan Cuma namazını müteâkiben Milli İrade’nin temsilcileri tarafından Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı gün olarak şu tarihe geçmiştir. İstanbul’dan Ankara’ya gelen 88 ve yeni yapılan seçimlerle TBMM’ye gelmeye hak kazanan 349 mebus olmak üzere, toplam şu 437 milletvekili şu “İlk Meclis”te mebusluğa hak kazanmıştı. Yani tüm mebusların yüzde 20’si Meclis-i Mebûsan geçişli iken, yüzde 80’i yeni seçim ile şu Meclis’e gelmişti. Fakat ne hazindir ki, 14 Mayıs 1950 seçimlerine kadar tam 27 yıl devam eden CHP’nin şu Tek Parti Yönetimi’nde, sadece iki defa “çok partili” parlamenter sisteme geçiş denemesi olmuş, birisine Şeyh Said Hadisesi (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) diğerine ise şu Menemen Hadisesi (Serbest Fırka)bahane edilip ikisi de kapatılmıştır.
Onun içindir ki, Türkiye’de Siyasal Partiler üzerine en geniş çalışmayı yapan merhum Tarık Zafer Tunaya’ya göre, Cumhuriyet’in şu ilk dönemi, şu bildiğimiz, hem de “kanıksadığımızın” bütün bütün aksine olarak, şu Siyasal tarihimiz, şu Parlamenter Meclis, hem de Demokrasi tarihimiz bakımından, aslında bir “ilerlemeyi” değil, tam aksine, aslında şu “gerilemeyi” temsil eder. Çünkü 1908 tarihi itibariyle Osmanlı Meclis-i Mebûsanı’nda tam 13 farklı parti varken, mâlum olduğu üzere, 1950’ye kadar “Tek parti Yönetimi” şu ülkeye hâkim olmuş, tüm muhalif şu seslerin hepsi bastırılmış, onlara hiçbir hayat hakkı verilmemiştir.
Sahi, sizce biz her yıl şu 29 Ekim’de hangi cumhuriyetin şu “kuruluşunu” kutluyorduk, Tek Parti’li mi, yoksa şu ideal Çok Partili, Çok Sesli şu Demokratik Cumhuriyeti’n mi?...