Geçenlerde, bir arkadaş grubunda yaptığımız sohbette, söz Türkiye demokrasisinin, demokratlarının iki kale ismi; “Menderes ve Demirel” rahmetlilerin üzerine geldi. Memlekete yaptıkları hizmetler, barajlar vs. derken, benim de aklımın bir köşesinde kalan Ankara’da meydana gelen büyük sel felâketi ve rahmetli Menderes’in, başımı okşaması hadisesi geldi. Arkadaşlara biraz anlattım, ama daha geniş olarak da, bir makale yazarak anlatayım dedim.
İnsanoğlu, tarihi boyunca bir takım semâvî ve arzî afâtlara maruz kalmıştır. Bunların ekserisi de Kur’ân-ı Kerîm’de zikredildiğine göre, insanların hem maddî hem mânevî hata, isyan ve küfürlerinden ve diğer insanlara yaptıkları zulüm ve haksızlıklardan dolayı meydana gelmiştir.
11 Eylül 1957 senesinde, 4 yaş içindeyim. Evimiz hemen Ankara kalesi eteklerinde, Seymenler mahallesinde. Ankara’nın meşhur Hatib Çayı üzeri açık 3 metre yükseklikte bir kanal içinden, Ankara Hastahanesi-Bent Deresi arasındaki kısmı bizim mahallemizden geçmekteydi. Mahallenin çocukları, suyun çekilip de az aktığı zamanlar içine girer oyun oynardı. İşte o gün, rahmetli annem çarşıya giderken anneanneme; “Anne, bak çocuklar evvelâ Allah’a, sonra sana emanet haa” diyerek emanet etmişti.
Biz o gün, yine kanalın içinde oynuyoruz. İşte, Cenab-ı Hakk’ın sevkiyle kanaldaki merdivenden yukarı çıktık. Tam o anda, bir gürültü, patırtı, telâşe koptu. Anlamaya çalışıyoruz. Birden kanalın içinden iki tane atlı polis dörtnala sürerek etraftaki insanlara bağırıyor: “Kaçıııınnn sel geliyooorrr!” Rahmetli anneannemin bunu duyar duymaz koşup bize sarılıp, “Yavrumm, kuzumm!” diye yukarı götürmesi ile kanal içinden “gümbüürrttt!” diye dehşetli bir ses gelmesi bir oldu. Ve kanalın üzerine kadar taşan acâib bir sel tufanı... Herkes can derdine düştü. Atlı polisler kurtuldu mu bilmem. Ama mahallemizde bulunan askerî sığınaklarda nöbet tutan askerlerin suya kapılarak gidişi, eskiden 200 litre civarında gazyağı varilleri olurdu, onların, karpuzların ve muhtelif eşyaların suyun üzerinde bata-çıka hızla gözden kaybolmalarını hiç unutmuyorum.
Meğer, bir uçak pilotu Elmadağ’dan koparak gelen seli telsizle haber vermiş. Anında, o zamanlar atlı polisler vardı, onların sevk edilmesiyle ahâli îkaz edilip, daha büyük bir facianın önüne de geçilmiş oldu şükür. Gerçi yüz üzerinde insan ölmüştü, ama dediğimiz gibi, buna da şükür.
Bu hadise, Adnan Menderes ve hükümetini çok üzmüştü. Allah rahmet eylesin, hemen 2-3 sene içerisinde, hem kanal ıslah edilip üzeri kapatıldı hem de şu anki asfalt yol yapıldı.
(Bu kanal kapatıp, üzerini asfalt yapma bu projesini, ilk defa Menderes gerçekleştiriyordu.)
İşte, o işin inşaat sahasındaki faaliyetleri bizzat yerinde görmek için rahmetli Menderes ve hükümet erkânı gelmişti. Halkta da bu büyük bir sevgi hâlesi meydana getirdi. Herkes, Menderes’in elini öpmek için sıraya girmişti. Benden beş yaş büyük abim de elimden tutup, sıraya girmiştik. 5-6 yaşlarında ancak varım. Bana sıra gelince, rahmetli eğildi, başımı okşadı, yanağımı makaslayıp “tonton çocuk” diye sevdi. Allah rahmet eylesin. O kara güneş gözlüklü, takım elbiseli hâli, gözümün önünden hiç gitmiyor. Bu hatırayı da hiç unutmuyorum.
Ondan sonra da Ankara’da birkaç âfet daha oldu. Onları da tarihi gelince, ömrümüz olursa, yazarız inşâallah.