MERYEM Cemile’nin geçen hafta Lahor’da vefatı, bir film şeridini hızla geçirdi zihnimizden. Margaret Marcus, çocukluğundan itibaren sıkı bir Musevilik eğitimi alan New York’lu bir kız.
Bunca sıkı dinî eğitime rağmen orta eğitimi on beş yaşında ateist olarak bitirip öyle başlamış üniversiteye. Sadece temel ahlaki düsturun Yahudi halkının bekası olmasının ötesine geçen sıra dışı bir hahamın söyledikleri onun yolunu açmış: Bütün ahlaki değerlerin her insanın doğal ve evrensel hakkı olması, bunun da hakların insan yapısı değil de Allah vergisi olmasından kaynaklanması.
Meryem Cemile adını almadan önce uzun bir düşünsel serüven yaşaması, ortaya önemli metinler çıkardı, saf bir kalple İslam dünyasındaki modernleşme sancılarını analiz edebildi. New York Üniversitesi’ne başladığında Arapçaya ve bazı Müslüman yazarların makalelerine duyduğu ilgi ve durmadan dinlediği Ümmü Gülsüm kayıtlarının etkisiyle İslam edebiyatı okumaya başlayan Meryem, içindeki adalet duygusuna karşılık gelen güçlü ilkelerin oylumlu açılımlarıyla karşılaştığı Kur’an’a yönelmiş. Sahih Müslümanlığın ne olduğu bilgisine ulaşmak hiç kolay değil. Müslüman olmanın manasını birinci elden öğrenmek için Arap ve Pakistanlı Müslüman gençlerle yazışmaya başlamış ve bunun uzun sürmemesinin nedenini, çoğunun Batılı yaşam tarzını hayranlıkla benimsemiş olmalarına bağlıyor. İslam akaidine, geri bıraktırdığı gerekçesiyle besledikleri gizli husumet onu çok üzmüş. Akranlarında aradığı derinliği bulamayınca yazışmalarını doğrudan İslam dünyasının uleması ve siyasi liderleriyle sürdürmeye karar vermiş. Said Ramazan’dan Muhammed Hamidullah’a, Şam Üniversitesi profesörlerinden Cezayir bağımsızlık savaşı öncülerine kadar birçok insanla fikir alışverişinde bulunmuş.
Pakistanlı alim Ebul Ala Mevdudi ile mektuplaşmaya başlamasında ise Mısır’da yıllardır cezaevinde yatan Seyyid Kutup’un kendi imkânsızlıkları yüzünden cevap yazamayıp onu Mevdudi’ye yönlendirmesi rol oynamış. Kitaplarını okuyunca onun İslam’a en bozulmamış ve saf şekliyle bağlı olduğunu düşünmüş Meryem. Yenilgi duygusunun neredeyse bazı ayetlerin silinmesi teşebbüslerine kadar vardırıldığı, Batılılaşma ve İslam’ı modernliğe uyarlama teşebbüslerinin bütün İslam dünyasında estiği bir zaman. Amerikalı genç bir kız olarak yüce değerlerin ve herkesi kuşatacak kurucu fikirlerin peşinde olan Meryem Cemile, bir mektubunda “Bizim gibi düşünenler bugünün gerçekleriyle karşılaşmayı reddeden fanatikler olarak görülüyor ama...” diyor Mevdudi’ye. Onunla hemfikir oldukları gerçekliklerin başında Batı sömürgeciliğinin en kalıcı etkisini nerede gösterdiği geliyor. İstilanın en ölümcül etkisi, siyasi ve ekonomik alanlardaki esaretten ziyade Müslümanların zihninde yaralar açmış olması, bağımsızlıklarını kazansalar da bu yerli yabancıların halkları tam bağımsızlıktan alıkoyması. Meryem Cemile, uzaklardan gördüklerini bütün detaylarıyla yazıyordu.
Kendi inanç boyutunu tam olarak tarif edemese de materyalist felsefe ve nasyonal sosyalizmin insan soyunun sonunu getireceğine inanmış ve hayatını bu düşüncelerle mücadeleye adaması gerektiğine dair kişisel sonuçlara varmıştı. Ziya Gökalp’in milliyetçiliği İslam’la telif eden görüşlerine reddiye yazıyor, evrensel İslam kardeşliği ile ırkçı nasyonalizmin asla bir araya gelemeyecek aykırı kavramlar olduğunu kanıtlayan makaleler kaleme alıyor ve bunları önemli dergilerde yayımlıyordu. Reformist yaklaşımların İslam’ın temel toplumsal işlevlerini ortadan kaldırmayı, içi boş ahlaki sözler silsilesine dönüştürmeyi hedeflediğini söylemesi elbette çok tartışılan konular. İslami ilkelerin hayattan geriye çekilmesi, bağlayıcılığının ve işlevinin sona erdirilmesi çabalarını Batı’nın arzusuna boyun eğmek olarak gördü her zaman. Bir mektubunda “Nasıl Müslüman olacağımı bilemiyorum” yazdığında İslam’ın saf bütünlüğüne, insanlığın hakikatle buluşmasına dair titizlenmeleri karşısında “Siz Müslümansınız zaten” demişti Mevdudi. Birinin önünde diz çökmenize, ritüellere ihtiyaç yok. Savunduğu fikirler açık bir beyan olsa da Margaret Brooklyn’deki camide küçük bir törenle Müslüman olduğunu açıklayıp Meryem Cemile adını aldı.
MERYEM CEMİLE BİZE NE ANLATIYOR?
Peki bu güzel insan, bizim için ne ifade ediyor? 1969’da yayımlanan Mevdudi ile mektuplaşmaları Akabe Yayınları tarafından 1986’da Türkçeye aktarıldı. Mavi kapaklı bu küçük kitabı elimde tutarken kuşağımın kimi kadınları gibi İslam’la aileden tevarüs edilenin dışında özgün irademizle yeniden buluşmanın heyecanı içindeydik, ne bulursak okuyor ve tartışıyorduk. Açıkçası çağımızı anlamaya ve anlatmaya çalışan, 20. yüzyılı büyük bir coşkuyla analiz eden ve büyük saygı uyandıran Müslüman bir kadınla karşılaşmak önemliydi bu asık suratlı dünyada. Çoğumuz İslami yönelişle birlikte bu âlemde kadınların entelektüel dünyadan uzak tutulma ve dikkate alınmama gerçeğiyle karşılaşmış ve büyük hayal kırıklığı yaşamıştık. İslam’ın hiçbir ayrımcılığa geçit vermeyen özüyle yaşamdaki karşılığı arasındaki zıtlıklar umut kırıcıydı doğrusu. İslam dünyasının en muteber ve geleneksel alimlerinden biridir Mevdudi. Bizim de dikkatle okuyup muhabbet beslediğimiz bir önderin derin bir saygı ve sevgiyle Meryem Cemile’ye yazdığı mektuplar, içeriği kadar durumun keyfiyeti bakımından da önemliydi bu yüzden. Mektuplaşmakla kalmamış, ailesinden bir fert ve kızı olmak üzere onu Lahor’a davet etmiştir. Amerika’da duyduğu derin yalnızlık duygusu yüzünden Pakistan’a doğru yola çıkarken Mevdudi ona “Sizi Medineli ilk Müslümanların Mekkeli muhacirleri ağırlayıp bağırlarına bastıkları tarzda karşılamaya hazırlanıyorum.” yazdı. İslam dünyasında o zamanlar sürekli yayılmaya çalışılan ağır kadın-erkek gerilimi vardı. Bu sertliğin ötesine geçilmesi, kardeşlik sularına açılan duygular önemlidir elbette.
Filistinli bir mülteci olan Ahmet Halil’in hikâyesini anlattığı ilk kitabını on yedi yaşında yayımlamıştı. Sonsuz enerjisiyle dünyanın her ucunda yayımlanan (Afrika, Asya, Amerika, Avrupa) makalelere ulaşan, onlara cevaplar yazan altmış risale, yirmi kitap neşrederek bu dünyada iz bırakan, Stefan Zweig’ın söyleyişiyle kendi hayatının şiirini yazan biridir benim için. Hayatımızdan, eleştirel aklıyla, teslim olmayı bilen ruhuyla bir turna misali zarafetle geçip gitti.
Yıldız Ramazanoğlu
Zaman, 7.11.2012