Risale-i Nur dairesinde “İstikamet” içinde bulunmanın sacayağı: Risaleleri okumak ve derslere katılmak, hizmet etmek, meşverete tabi olmak
GÖRÜŞ - Prof. Dr. İlyas Üzüm
İçinde yaşadığımız süreç küfür, şirk, dalâlet ve fesadın sadece fikrî olarak değil aynı zamanda kurumsallaşarak geldiği, herkesi önüne katarak istediği yönde sürüklediği “zor” bir dönem. Böyle bir dönemde insanın tek başına “temel insanî-İslamî değerleriyle” uyum içinde yaşaması kolay gözükmüyor. Buna karşı en gerçekçi ve en sağlıklı yol küfre karşı imanı, şirke karşı tevhidi, dalalete karşı hidayeti, fesada karşı ıslahı esas alan yine kurumsal bir yapı yani bir “şahs-ı manevi” içinde bulunmak olarak görünüyor. İşte Risale-i Nur hem nazarî planda hem kurumsal planda böyle bir şahs-ı manevi özelliği taşıyor. Aynı hedef etrafında yoğunlaşan fikrî, tasavvufî, sosyal-siyasi başka kurum ve kuramsallaşmalar bulunmakla beraber, Risale-i Nur Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu iman, ibadet ve ahlâk esaslarına sıkı sıkıya bağlı olan, bunları günümüz insanının zihin dünyasını dikkate alarak açıklayan, ayrıca akıl ile kalbi, medrese ile tekkeyi birleştiren çok özel bir nitelik arz ediyor. Risale-i Nur metin olarak muhataplarını fikren donatıp güçlendirdiği gibi, etrafında oluşturduğu şahs-ı manevi ile de hem mensuplarını iman ve İslam dairesi içinde muhafaza etmekte hem de “küfür ve fesat şahs-ı manevisi”ne karşı güçlü, gerçekçi ve etkili bir mücadele vermektedir.

RİSALE-İ NUR TALEBESİ OLMAK
Temel vasfı bakımından özgün bir Kur’an dersi ve Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur’dan haberdar olmak, onun bazı parçalarını yahut tamamını okumak, belli nispette ondan faydalanmak şüphe yok ki büyük bir bahtiyarlıktır. Ancak onun çevresinde teşekkül eden şahs-ı maneviye mensup olmak ve o mensubiyeti istikamet ve istikrar içinde devam ettirebilmek ayrı gayret ve şartları yerine getirmeyi gerektiriyor. Zira Risale-i Nur’dan faydalanmak ayrı, Risale-i Nur talebesi olmak ayrı bir şeydir. Yine Risale-i Nur talebesi olmak ayrı, Risale-i Nur talebesi kalmak ayrı bir şeydir. Keza Risale-i Nur’un bazı bahislerini bilmek ayrı, Risale-i Nur’u bir “bütün halinde” anlamak ayrı bir şeydir. Buradaki ikinciler zorunlu olarak akla “istikamet ve istikrar” kavramlarını getiriyor. İstikamet terim olarak “Müminin her çeşit aşırılıklardan uzak kalıp Kur’an ve sünnetin çizdiği dosdoğru yolu takip etmesi” anlamına geliyor. Bu, o kadar önemli bir kavramdır ki Resul-i Ekrem (asm) İslam’ın özünü soran sahabeye verdiği cevapta “iman ve istikamet” diyerek istikametin adeta dinin ikinci yarısını teşkil ettiğine dile getiriyor (Müslim, “İman”, 62). Yine bu bakımdandır ki müminler namazların her rekatında Fatiha okurken “Allah’tan istikamet” ya da “istikamette devamlılık” diliyorlar. “İstikrar” kelimesi ise terim olarak “müminin iman ve İslam hakikatleri ışığında hayatını düzenlilik içinde sürdürme kararlığı” olarak tanımlanıyor. Çünkü hidayete eriştikten daha doğrusu hidayete nail kılındıktan sonra onu devamlılık içinde korumak ve onun hakkını vermeye çalışmak icap ediyor. Bundan dolayıdır ki, mesela Kur’an’da, “Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme…” (Âl-i İmran 3/8) ayetiyle bu noktada hâlen ve kâlen dua etmek gerektiği öğretilmektedir.
“Vahy-i ilahî” olan Kur’an ve onun açıklayıcısı olan sünnet, hayatın her alanına “istikamet” verdiği gibi Kur’an ve sünnetin, içinde yaşadığımız ahir zaman insanına dersi olan Risale-i Nur da inançtan içtimaiyat ve siyasete kadar hayatın her alanına istikamet dersi vermektedir. Akademik unvan sahibi bazı ilahiyatçıların bile dinin temel bilgi kaynaklarında veya temel iman esaslarında “istikamet sorunu” yaşadığı dikkate alındığında, Risale-i Nur’un, -Allah’ın bir ihsanı olarak-, insanları Kur’an ve sünnet doğrultusunda, istikamet içinde anlama ve yaşama vesilesi olan “sağlam bir kulp” niteliği taşıması ayrı bir hamd ve şükür konusu olmalıdır. Ancak bu imtihan dünyasında, birçok hikmete bağlı olarak insana nefsin ve şeytanın musallat kılınması, ayrıca hayatın insanları istikametten alıkoyucu “çeldiriciler”le dolu olması sebebiyle bazı kişilerin kolayca ayağının kayması gibi, Risale-i Nur’u okuyan kimselerden de zaman içinde bazı konularda, özellikle de içtimaî-siyasi konularda “kayma” ve “inhiraf” yaşanabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında Risale-i Nur dairesinde istikamet ve istikrar içinde kalabilmek hayatî önem taşıyan bir konu olarak karşımıza çıkıyor.

Risale-i Nur dairesinde istikamet içinde kalmanın ve devam etmenin yolunun, -genel bir ifade olarak-, onun bütün yaklaşım, düstur ve prensiplerine riayet etmek olduğu söylenebilir. Ancak bunlardan daha somut, daha elle tutulur şekilde şu üçünü vurgulamakta maslahat var gibi görünüyor: a) Risale-i Nuru ferdi olarak ve cemaat içinde okumak, b) Risale-i Nur’un hizmet prensipleri dahilinde iman ve Kur’an hizmetinde bulunmaya çalışmak, c) meşveret esaslarına tabi olmak.
a) Risale-i Nur’u Okumak ve Dersleri Katılmak
Hayat her gün, hatta her saat ve anda yenilendiği için nefes almaktan yeme-içmeğe kadar temel ihtiyaçların buna uygun sıklıkta karşılanması gerektiği gibi, varlığımızın öteki parçası olan manevi ihtiyaçların da düzenli şekilde karşılanması icap etmektedir. Gün bazında düşündüğümüzde Risale-i Nur okumaları her yeni günde bizim insanî latifelerimizi doyurmakta, manevi ciğerimize adeta oksijen olarak dolmakta ve manevi midemize besin kaynağı olmaktadır. Çünkü her günün sabahında hayat yeniden başlarken nefis ve şeytan, -deyim yerindeyse-, yine iş başı yapmakta-, ayrıca hayatın akışı içinde doğru-yanlış, olumlu-olumsuz birçok şey dünyamıza girmektedir. Bu durumda günlük Risale-i Nur okumaları manevi hayatımıza can vermekte, nefis ve şeytanın desiselerine karşı bizi uyanık tutmakta, kirlenen dünyamızı yeniden temizlemekte ve tazelendirmektedir. Bu bakımdan bir Nur talebesinin günlük, düzenli olarak Risale- Nurları okuması adeta zaruret arz etmektedir. Nitekim Bediüzzaman Risale-i Nur’un müellifi olduğu halde, -bir talebesinin naklettiğine göre-, her gün ortalama elli altmış sayfa civarında Risale okurdu (sorularlarisale.com). Bu çerçevede Zübeyir Gündüzalp’ın da, “Kardeşim, günde on beş sayfa Risale-i Nur okursan kendini muhafaza edersin, yirmi sayfa okursan hizmet edersin” (Abdülbaki Çimiç, “Zübeyir Gündüzlap’in Risale-i Nur Okumaları”, Yeni Asya, 1 Ocak 2018) dediğini de hatırlamak lazım.

Üstad’ın şu ifadeleri hem Risale-i Nur’un (manevi canlılığımız açısından) temel besin maddeleri mesabesinde olduğu hem de Risale-i Nur’u düşünerek ve anlamaya çalışarak okumak gerektiği konusunda fikir vermektedir: “…Risale-i Nur’un gıda ve taam hükmündeki hakikatlerinden hem akıl hem kalp hem ruh hem nefis hem his; hisselerini alabilir. Yoksa (eğer acele ile hızlıca okunursa) yalnız akıl cüz’î bir hisse alır, ötekiler gıdasız kalabilir. Risale-i Nur sair ilimler ve kitaplar gibi okunmamalı. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letaif-i insaniyenin kût ve nurlarıdır” (Emirdağ Lahikası, I, Mektup no: 35). Yine Üstad Kader Risalesine atıf yaptığı bir yerde, “Risale-i Nur’u gazete okur gibi okumayınız” (Mektubat, İstanbul 2020, s. 38) tembihinde bulunmaktadır.
Bu iki kısa alıntının yaptığı çağrışım şudur: Beden için temel besinleri almayan bir kimsenin vücudu nasıl zafiyet geçirir, devam etmesi hakinde hayatî risklere sebep olursa, insanî latifelerimiz için temel besin maddeleri hükmünde olan Risale-i Nur’u okumamak da manevi hayatımızın zaafa uğramasına, giderek daha büyük manevi sıkıntılara girilmesine neden olur veya olabilir. Dolayısıyla günlük olarak Risale-i Nurların okunması zarurettir. Diğer taraftan bu eserler salt bilgi almak yahut zihnimizdeki bilgileri tekrarlamak için okunmamalı, acele etmeksizin, sindirerek okumaya hassasiyet gösterilmelidir.
Öte yandan Risale-i Nur ferdi okumanın yanında mutlaka cemaat içinde de okunmalı ve dinlenmelidir. Zira bu, sadece bazı metinlerin daha iyi anlaşılması için değil; cemaat mensubu olmanın gereğidir. Çünkü Risale-i Nur’un en önemli özelliği onun bir cemaat, bir “şahs-ı manevi hareketi” olmasıdır. Meşhur bir hadiste Resulullah (asm) da “Allah’ın rahmeti cemaat üzerindedir” (Tirmizi, “Fiten”, 7) buyurarak cemaat içinde olmanın ilahî rahmete ulaşma vesilesi olduğunu belirtmiştir. Bu noktada sözü uzatmaksızın somut olarak şu noktaya işaret etmek gerekiyor: Her Nur talebesinin bulunduğu yerde, -yakınında veya kısmen uzağında-, bir mahal, bir de o mahallin bağlı olduğu merkez vardır. Haftalık olarak birer gün her mahalde ve mahallin bağlı olduğu merkezde Risale-i Nur dersi vardır. Her Nur talebesi, -olağan üstü bir engel çıkmadıkça-, bu iki derse mutlaka katılmalıdır. Zira nakledilen tecrübeler şunu göstermiştir ki, haftalık olarak yapılan mahal dersine ve umumi derse katılmayan ya da sıklıkla aksatan bir kimse giderek ferdî okumaları da aksatmakta, en önemlisi giderek cemaat şuurunu yitirmektedir.

b) İman ve Kur’an’a hizmet çabası içinde olmak
Risale-i Nur dairesinde istikamet ve istikrar içinde bulunabilmenin ve kalabilmenin diğer bir ayağı “iman ve Kur’an hizmetinde” bulunmaya çalışmaktır. Zira Risale-i Nur hareketi özü itibariyle “iman ve Kuran hizmeti” hareketidir. Bediüzzaman bazen “hizmet-i imaniye: iman hizmeti”, bazen “hizmet-i Kur’aniye: Kur’an hizmeti”, bazen müşterek olarak “hizmet-i imaniye ve Kur’aniye: iman ve Kur’an hizmeti” bazen da aynı anlamda “hizmet-i nûriye” terkibini kullanarak kendisini “iman ve Kur’an hâdimi”, Risale-i Nur talebelerini de “iman ve Kur’an hâdimleri” olarak nitelemiştir. Mesela İhlas Risalesinde, “…Bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumi ve kutsî bir vazife-yi imaniye ve Kur’aniye ihsan-ı ilahî tarafından omzumuza konulmuş” (Lem’alar, İstanbul 2020, s. 177) diyerek, öte yandan yine aynı Risalede, “Ey Risale-i Nur şakirtleri ve Kur’an’ın hizmetkarları” diye seslenerek bu hakikate dikkat çekmiştir.
Esasen Risale-i Nur, “Kur’an’dan teraşşuh eden hakikatler” olduğu için samimiyetle muhatap olan kimselerin insanî latifelerini besleyen, aynı zamanda onları harekete geçiren güçlü bir dinamizme sahiptir. Dolayısıyla ihlaslı ve istikrarlı bir biçimde Risale-i Nur’u okuyan bir kimse, -samimiye ve duası oranında-, onu ferdi hayatına yansıttığı gibi, aileden başlayarak daire daire ilişkili olduğu diğer sosyal çevrelere de yansıtır. Öte yandan bu faaliyette ilginç bir mekanizma devreye girer: Risale-i Nur talebesi bu Kur’anî hakikatleri başkalarına aktarırken onları kendi dünyasında daha etkili ve daha kalıcı kılar. Başka bir ifadeyle dışa dönük hizmet yani davet ve tebliğ faaliyeti gerçekte içe dönük hizmete yani tebliğ ve irşada katkı yapar. Yani kişinin daha çok şevk duymasını ve daha çok şuur sahibi olmasını temin eder. Dolayısıyla başkalarına hizmet eden gerçekte kendine hizmet eder, hizmetin bir ucundan tutan aslında kendisinin bu hizmetin daha sağlıklı bir parçası haline getirilmesini sağlar. Bazı eğitimciler buna “eğitirken eğitilmek” derler. O halde eğitimin içinde olmayan yani iman ve Kur’an hizmetinin içinde bulunmayan bir kimse gerçekte bu güzide hakikatleri sadece başkalarından esirgeme bencilliği yapıyor değil, aynı zamanda onları kendi dünyasında etkisiz kılıyor demektir. Bu bakımdan bu hizmette sonuç odaklı faaliyetten ziyade ihlas içinde “vazife odaklı” çaba içinde bulunmak asıldır. O yüzden Bediüzzaman şöyle der: “Vazifemiz ihlas ile iman ve Kur’an’a hizmet etmektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazife-i ilahiyedir. Biz buna karışmayacağız.” (Emirdağ Lahikası, II, Mektup no: 270).
Somutlaştırarak işaret etmek gerekirse, “iman ve Kur’an hizmet”inde bulunmaya çalışmak kişinin ferdi durum, donanım ve şartları bakımından şahs-ı manevi içinde bulunmak, şahs-ı manevinin verdiği görevleri ifa etmek, ekonomik durumuna göre maddi destek sağlamak, Risale-i Nur temelli neşriyatın birilerine ulaşmasına katkı yapmak vs. gibi pek çok çeşit ve tarz içinde gerçekleştirilebilir.

c) Meşverete tabi olmak
Nihayet Risale-i Nur hizmeti dairesinde istikamet ve istikrar içinde kalabilmenin çok önemli bir ayağı da “meşveret”e tabi olmaktır. Kur’an’ın emri (Âl-i İmran 3/159), Resulullah’ın (asm) sünneti olan meşveret özellikle pek çok içtimai-siyasi konuda hem doğruyu ifade edebilme, hem doğruyu bulabilme hem doğruyu muhafaza edebilme hem de hatalı olsa bile uhrevi sorumluluktan kurtulma yoludur. Zira meşveret ortamı içinde herkes kendince doğru olduğunu düşündüğü hususu gerekçeleriyle birlikte söyleyip savunabilir. Aynı konuda başkaları da kendi yaklaşımlarını “hür bir şekilde” dile getirir. Bundan sonra konu meşverete katılanların akılları sayısınca bir çabanın ve bir bereketin ürünü olarak nihaî halini alır. Doğru yahut doğruya en yakın olan bu görüş gerçekte hatalı bir anlayış olsa bile meşveret kararı olduğu için kişiyi sorumlu olmaktan uzak kılar.
Risale-i Nur talebeleri aynı eserleri okuyan, aynı ortak gaye etrafında hareket eden kimseler olmakla birlikte, fert olarak herkesin kendine has birikim, eğilim ve anlayışının olması, öte yandan görüşülen konu yahut konuların birçok ayrıntıyı içermesi ittifakın temini bakımından meşvereti zorunlu kılmaktadır. Prensipleri sünnetçe belirlenmiş böyle bir meşveret kararına daha doğrusu meşveret kararlarına tabi olmak “istikamet” içinde şahs-ı manevi içinde kalabilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Aksi halde ihtilaflar kaçınılmaz olur, bu da “şahs-ı manevi”yi yaralar, etkisizleştirir.
Bediüzzaman, “Bu zaman ehl-i hakikat için şahsiyet ve enaniyet zamanı değil. Zaman cemaat zamanıdır, cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi hükmeder ve dayanabilir” (Kastamonu Lahikası, Mektup no: 91) sözüyle içinde yaşadığımız dönemde meşveretin ne kadar önemli olduğunu gayet açık olarak vurgulamaktadır. O halde Nur talebelerine düşen görev meşveretin hakkını vermek, meşveret içinde reyini beyan etmek, meşveret sonunda ortaya çıkan kararları benimseyip tabi olmak, kendisinin farklı bir fikri olsa bile bunun içinde tutarak ihtilaf konusu haline getirmemektir.

Yeni Asya’yı Takip Etmek
Burada son olarak bir hususa daha değinmek gerekiyor. O da şu. İslam tarihinde meydana gelen ihtilafların önemli bir kısmı siyasi ihtilaflardır. Siyasi ihtilafları aza indirmenin yahut izale etmenin yolu vahyin bu noktadaki mesajını doğru anlamak ve siyasi olaylara doğru bir şekilde uyarlamaktır. Bugün de Risale-i Nur’u okuyan muhitlerde siyasi konularla ilgili olarak farklı dalgalanmalar müşahede ediliyor. Bu noktada yapılması gereken Risale-i Nur’un Kur’an’a dayanarak verdiği siyasi ölçüleri doğru biçimde tespit etmek ve yaşanan siyasi gelişmelere doğru şekilde tatbik etmektir. İşte burada Risale-i Nur’un medyadaki dili olan Yeni Asya’yı okumanın ve takip etmenin önemi ortaya çıkıyor. Yeni Asya, her konuda olduğu gibi siyasi konularda da Risale-i Nur’a vakıf olan ve onu “bütünlük” içinde anlayan Nur talebelerinin meşveret kararlarına göre yayın politikası izleyen bir neşir organı. Dolayısıyla Gazete hem genel politik anlayışında hem aktüel konuların değerlendirilmesinde Risale-i Nur’un verdiği ölçülere göre yayın yaptığı için “istikamet”in korunmasında çok önemli bir işlevi yerine getirmektedir. Böyle bir rehberlikten mahrum kalındığında gerek siyasi olayların kendine mahsus “giriftlikleri” gerekse iktidarın veya iktidara yakın çevrelerin “sosyal mühendislik faaliyetleri” karşısında bazı sürçmeler hatta “düşmeler” yaşanabiliyor.
Duamız, bütün Nur talebelerinin, bütün ehl-i imanın her türlü “sürçme” ve “düşme”lerden uzak kalarak “iman ve istikamet” içinde yaşamaları Ve Rabbimizin rızasına ulaşmalarıdır.